“Yazmak yetenek midir emin değilim ama âşık olmak bir yetenektir” – Mario Levi

“Yazmak yetenek midir emin değilim ama âşık olmak bir yetenektir”

Mario Levi, yazarlığın yanı sıra, Fransızca öğretmenliği, gazetecilik, radyo programcılığı ve reklam yazarlığı gibi farklı alanlarda çalıştı. Şuanda yazı atölyeleri düzenlemekte ve akademisyenlik yaparak, kitap yazamaya devam etmekte. Tüm bu kimliklerinin ötesinde Mario Levi benim için hali ve tavrı ile tam bir İstanbul beyefendisi. Belki de bunun nedeni 500 yıllık geçmişe uzanan gerçek İstanbullu kimliği. Onunla Anadolu yakasında, Moda’daki evinde buluştuk. Hem yazın hayatını hem de yeni kitabı “Tek Cümlelik Aşkları” sizin için konuştuk.

Her romanımda aramayı sevdim, her romanımda kendime farklı ifade yolları buldum… Böyle diyor Mario Levi ve bizim için bu sözünü derinleştiriyor.

“Her yazar aslında tek bir roman yazar. İstediği kadar çok yazsın tümü aslında tek bir romandır der bir yazar. Ben bu görüşe karşı değilim. Bugüne kadar 8 roman, 3 de hikaye kitabı yazdım ama aslında aynı kitabı da yazıyor olabilirim. Benim bir dünyam var. Beni etkileyen temalar, duygular ve tarih var. Tabii yaşadığım şehrin bana getirdiği genel bir duygu var. Bütün yazdıklarım da aslında tüm bu hissettiklerimin tezahürü. Yine de derdimi daha iyi anlatabilmek için farklı yollar deniyorum. En azından bunu denediğimi biliyorum ancak sonucun ne olduğunu tabii bilmiyorum. Bunu yaparken de en iyi ifade yollarını seçiyor, sürekli kendime, kendimi en iyi nasıl ifade edebilirim sorusunu soruyorum. Sürekli kendime yenilikler arıyorum. Hayatta da hep böyle oldum. Sürekli arayış içinde oldum. Kendimi geliştirmeye çalıştım. Hep yaptıklarımı şüphe ile karşıladım. Hep kendime güvensizliğim oldu. İlk yazdıklarımla bugünü karşılaştırdığımda kendimi hayli gelişmiş hissediyorum ancak yeterince geliştiğimi düşünmüyorum. Bu yüzden de hep arıyorum. Daha iyisini yapabilir miyim sorusunu hep kendime soruyorum. Umarım son nefesime kadar da bu soruyu sorarım. Zaten ben en iyisini buldum dersem artık yazmanın da bir anlamı kalmayacak.”

Mario Levi çok mütevazı davranıyor ve bir röportajında iyi bir yazar olabilmek adına hala iyi bir okur olmaya devam ediyorum, bunun için elimden geleni yapıyorum diyor…

“Hala kitap okuyorum. Kitap okumak beni çok mutlu ediyor. Ne kadar çok kitap okuyabilirsem zamanımı o kadar iyi değerlendirdiğimi hissediyorum. Bu nedenle iyi bir okur olma sevdasından hiç vazgeçmedim. Beni geliştiren beni yazmaya yönelten okuduklarımdı. Ama bu yetmiyor. Öğrenmenin sonu yok. Her zaman için okuduğum kitaplar okumam gerekenlerden daha az olacak. Bu iş hiç bitmeyecek.”

“Çocukluğumun çok kültürlü İstanbul’u artık neredeyse kayboldu”

Mario Levi gerçek bir İstanbullu… 500 yıldır İstanbul’da yaşayan bir sülaleden geliyor. Romanlarında gerçek İstanbul’dan izler görüyoruz. Romanlarında sadece Müslüman’lar yok, Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler de var.

“Edebiyat tarihine baktığınızda birçok yazar şehirleriyle, anlattıkları mekânlarla özdeşleşmiştirler. Bu liste çok uzun, Virginia Woolf Londra, Kafka Prag, Balzac Paris gibi… Ben bunu çok önemsiyorum, mütevazı bir yazar olarak en iyi bildiğimi anlatıyorum. En iyi bildiğim de İstanbul. Sizin de dediğiniz gibi 500 yıllık bir gelenek var. Farklı bir kültür var. Farklı kültürlerle yaşamanın beraberinde getirdiği zenginlik var. Böyle olunca da ister istemez sizin bir dünyanız gelişiyor. Yazarken de en iyi bildiğinizi, işte bu dünyanızı anlatıyorsunuz. Tabii başka bir milleten insanda bir şehri anlatabilir. Yeter ki orayla bir özdeşlik kursun. Ben doğma büyüme İstanbulluyum. Elbette hayatımın farklı dönemlerinde beş altı aylık ayrılıklarım oldu ama bütün olarak bakıldığında hep İstanbul da yaşadım. Şimdi çocukluğumun İstanbul’u ile bugünün İstanbul’u çok farklı. Çocukluğumun çok kültürlü İstanbul’u artık neredeyse kayboldu. Çok az örnekleri kaldı. Bugün başka bir İstanbul’da yaşıyoruz. Bu benim çok canımı yakıyor. Bu yüzden de kendimi İstanbul’da yabancı hissettiğim günler de oluyor. Bunları neden anlatıyorum, tanıklık yaptığım İstanbul’u başkaları da bilsin istiyorum. Ben unutmamak ve unutturmamak için yaşıyorum. Yoksa benim anlattığım hayali bir İstanbul artık kayboluyor.”

Kaybolmaya yüz tutan İstanbul’u konuşmuşken, Mario Levi’ye az olma, günden güne azalma duygusunun onu üzüp üzmediğini soruyorum.

“Kendini yabancılaştırılmış olarak hissetmek insanın içini acıtır bu kesin ancak öte yandan bunun hiçbir çaba sarf etmeden size verilmiş bir armağan olduğunu da hissedebilirsiniz. Böylece yaşadığın şehre farklı bir bakış açısı geliştiriyorsunuz ve bu sizi zenginleştiriyor. Mesela ben Yahudi’yim. Dolayısı ile bir Yahudi olarak İstanbul’a bakıyorum ama aynı zamanda Ermeni, Süryani, Rum komşularım ve arkadaşlarım da oldu. Onların hayatlarını da yakından tanıdım. Evlerine girdim çıktım. Bir Rum evindeki bayramlardaki Paskalya çöreği kokusunu ya da bir Ermeni evindeki pastırma kokusunu, bunların hepsini yaşadım. Bu bana bir başka bakış açısı getiriyor. Ben aynı zamanda ezici çoğunluğu Müslüman olan bir şehirde de yaşadım. Dolayısıyla Müslüman bakış açısını da biliyorum. Sabah ezanı nedir, bu duygu nasıldır bayram sabahları neler olur… Bunların hepsini biliyorum ama Müslüman yazar arkadaşlarım sadece kendi bakış açılarını yaşadı. Benim bakış açılarımı yaşamadılar. Bu açıdan benimki bir zenginlik. Ben hepsi hakkında bir şeyler söyleyebilirim. Bunu taşımak kolay değil elbette bazen kötü niyetli olmasa bile yabacı olmaktan kurtulamıyorsunuz.”

“Yazmak disiplin işidir, ilham geldi yazdım ile olmuyor”

Mario Levi hem bir akademisyen hem de yılardır düzenlediği yazı atölyeleri ile biliniyor. Kendisine nasıl yazar olunur diye sormak yerine kimler yazar olabilir diye bir soru soruyorum. Çok gülüyor ve bu ifade çok hoşuna gidiyor.

“Meseleye çok güzel yaklaşıyorsunuz. Yazı atölyelerim yılardır devam ediyor.2002’den bu yana farklı mekanlarda bu işi yapıyorum. Bu atölyelerde bizim gruplarımız oluyor. Üç ay süresinde haftada bir kez üç saat bir araya geliyoruz. Orada kendi tecrübelerimi aktarıyorum. Bir romana ya da hikayeye nasıl başlanırsa iyi olur. Neler yapılmalı ya da yapılmamalı. Daha sonra ilerleyince herkesin bir projesi olsun istiyorum. Roman yazacaksa, onu yazsın makale yazacaksa onu yazsın. Köşe yazısı yazacak onu yapsın. Şiir hariç her tür üzerinde duruyoruz. Yazar yetiştirmek ne kadar doğru bir ifade bilmiyorum ama bu güne kadar atölyelerimden 300 kişi arasından 15 yazar çıktı. %5 çok kötü bir oran değil. Ben onlara tecrübelerimi aktarıyorum. İstedikleri kadar bu tecrübelerden yararlanıyorlar ama şunu hep tekrarlıyorum. Yazmak disiplin işidir. İlham geldi yazdım ile olmuyor. Oturup çalışmak gerekiyor. Bu bir direnme, istek işidir. Hatta hiç unutmam daha önce Pazar sabahları yaptığım bir atölye vardı. Her hafta Kıbrıs’tan gelen de bir öğrencim. Ben onun çabasına hayran kalmıştım. Ben olsam yapmazdım. Yazmaya gönül veren birçok insan karşıma geliyor. Bu kişiler farklı yaşlarda oluyor. Bu beni hayata bağlayan bir olay bu açıdan da kendimi talihli görüyorum. Ben 1981 yılında çalışmaya başladım. Hala da çalışıyorum. Her zaman yaptığım işlerden bu denli keyif almadım. Çok mutsuz olduğum işlerde de çalıştım. Tüm bunları da bir gün istediklerimi yazabilmek için yaptım.”

 

“Tek Cümlelik Aşklar”

Yazdığı onca romanın ardından Mario Levi yirmi beş yıl aradan sonra bir hikaye kitabı ile karşımızda. Tek Cümlelik Aşklar…

“En son 1990 yılında Madam Florides Dönmeyebilir adıyla bir hikaye kitabım yayınlandı. Bu kitaptan önce de Bir Şehre Gidememek isimli bir hikaye kitabım çıkmıştı. Daha sonra hep roman yazmaya başladım. Hikayeye ara verdim. Benim için hikaye tür olarak çok değerli bir tür ve asla romandan daha önemsiz görmüyorum. Ben romanlarımda kendimi geliştirmek ve istediklerimi yazmak istedim. Ben karakter olarak kendimi romana daha yakın olarak görüyorum. Roman maraton koşmaktır, hikaye ise 100 metre koşusudur. 1990 yılında en son hikayemi yazdığımda bu türde son noktaya geldiğimi hissetmiştim. O zaman bu yazın türünde daha ileri gideceğimi sanmıyordum. Ancak 25 yıl sonra yeni olduğuna inandığım bir hikaye tekniği bulum. Daha önce biri denedi mi bilmiyorum. Sizin de okuduğunuz gibi bunlar kısa hikayeler. Bu tabii denedi ama ben ilk olarak bu kısa hikayelerin tamamını tek cümleden oluşturdum. Bu bir denemeydi. Bazı görüşlere göre Türkçenin yapısı uzun cümlelere uygun değil. Oysa Alman ve Fransız edebiyatında çok uzun cümleler kuran yazarlar var. Ben de Türkçede bunun yapılabileceğini kanıtlamak istedim ve iddia ediyorum ki bu cümlelerin hiçbiri düşük değil. Bunu bir daha yapmayacağım. Bu deneme bitti. Şimdi başka şekilde karşınıza çıkacağım. Bu kitapta aşkın farklı halleri, toplumun her katmanından insanlar üzerinden anlatılıyor. Benim için aşk çok gerçek ve sahici bir duygu. Bana göre aşk en anlamlı ve en güzel sarhoşluk hali. Bu aşkı hayata bakış açınıza göre istediğinize duyabilirsiniz. Önemli olan aşkla yaşamaktır. Ben aşkın her haline ve her türlüsüne çok saygılıyım. Hayatı asıl anlamlandıranın aşk olduğuna inanıyorum. Aşk bir itici güç. Yapılan her şey aşkla yapılmalı ve aşık olmak herkesin harcı değil. Herkes aşık olmak kapasitesine sahip değildir. Ben buna çok inanıyorum. Yazmak yetenek midir emin değilim ama aşık olmak bir yetenektir. Bundan çok eminim.”