“Birey olarak var oluşunuz sosyal medyada göründüğünüz kadardır” – Pervin Yiğit

“Birey olarak var oluşunuz sosyal medyada göründüğünüz kadardır”

Ferimah Pervin Yiğit’in ilk kitabı ve ay ışığı anlamına geliyor. Deneme türünde kaleme alınan yazılarında Pervin, sosyoloji eğitimi de almış olan bir felsefeci olarak okuru kendi iç dünyasında yolculuğa çıkarıyor. Onun iç dünyasında gezinirken kendi iç dünyamızda yüzleşemediğimiz gerçeklerle de karşılaşıyor, yaşadığımız topluma dair özeleştirilerde bulunuyoruz. Kitaptan seçtiğim bazı yazılar üzerine derinlikli olarak konuştuk. Özünde röportajımız yaşadığımız toplumu anlama çabası olarak da açıklanabilir.

“Bugünle ilgilenmemek için geçmişe yöneldim”

Orta Doğu Teknik Üniversitesi mezunu olmayı bir ayrıcalık olarak gören Pervin,  felsefe ve sosyoloji ile geçen eğitim sürecinin detaylarını paylaşıyor.

“Felsefe seçimim bilinçli olmadı ama çok kitap okuyan bir çocuktum. ODTÜ’de herhangi bir bölüm olmasını istedim ve felsefe oldu. Fakülteye başladığımda aslında çevremde herkesin bilinçli olarak orada bulunduğunu fark ettim. Neyse ki eğitime başladıkça felsefeyi sevdim. Sevilmeden sürdürülebilecek bölüm değildi. Sonra da eğitimime hep felsefe ile devam ettim. Sosyoloji de felsefe ile birlikte gelişti. Ortalaması yüksek olanlar ikinci bir bölüm okuyabiliyordu. Ben de eş zamanlı olarak sosyoloji okudum ama çok sevmedim. Böylece hazırlıkla birlikte, beş yılda iki bölüm bitirmiş oldum. Zaman içinde çok yararını gördüm. Bence ODTÜ’lü olmak aslında ayrıcalık değil zorluk. İnsan orada eğitim alınca dünyayı da öyle sanıyor. Herkes solcu, herkes entelektüel, herkes birbirine saygılı, herkes aydın… Hâlbuki dünya öyle değildi. Bende böyle bir dezavantaj yarattı. Yüksek lisansıma da Ankara’da devam ettikten sonra İngiltere’de entelektüel tarih doktorası yaptım. Uzmanlık alanım 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı’dır. Yarını hiç düşünmeden, biraz da modası geçmiş gibi görünebilecek bir eğitim aldım. Elbette geçmişle günümüz arasında paralellik görüyorum. Günümüz toplumunun çok kötüye gittiğini düşünüyorum. Üzerine sosyolojik araştırmalar yapmayı çok arzu etmiyorum. Bugünle ilgilenmemek için 1800-1900’lü yıllara yönelim.”

 

“Yazarken kendimle konuşuyorum”

Ferimah daha önce farklı mecralarda yayınlanan deneme yazılarından oluşuyor. Pervin, satır arasında kendisi hakkında konuşmaktan pek hoşlanmadığını söylerken, kendini ifade etme biçimi olarak yazmayı tercih etmiş olabilme ihtimali aklıma düşüyor.

“Haklısın, kendimi ifade etmekten hoşlanmadığım için olabilir. Bir de ben her zaman yazı yazan biri değilim. Üniversite boyunca çok kitap okudum. Fakat çoğunlukla İngilizce okudum. Türkçemi bile kaybettim. Aslında dilimi düzeltmek için yazmaya başladım. Ahmet Güneyli de beni çok yönlendirdi. Beni Gaile dergisine dahil etti.  Baktım ki yazabiliyorum. Farkında olmadan çok okudukça, çok da fazla biriktirdiğimi fark ettim. Biriyle konuşmak gibi, terapi gibi yazmak. Her konuda yazarım, yazarken kendimle konuşuyorum. Benim hayatta iki farklı yönüm var, geceleri yazan, düşünen bir insanım, gündüzleri çok gündelik hayatı yaşayan. ”

Kendi iç yolculuğundan izler taşıyan bu denemeleriyle, kendini anlatmaktan çekinirken, aslında okuru kendi dünyasında gezintiye çıkarıyor. Yazarken hiç mi tereddüt etmiyor mu, “Kendimi çok mu ele veriyorum? ” diye?

“ Çok güzel bir soru bu. Ben kendime bu soruyu sormadım ama bir arkadaşım daha sordu. Ben de o an fark ettim ama yazarken sanırım kolay geliyor. Umurumda olmuyor. Hiç tereddüt etmiyorum. Bunun sonucunda da akranımız olan pek çok kadından yazılarımla ilgili geri dönüşler alıyorum. İnsanlar okuyor, kendini buluyor.”

Pervin denemelerinde kendini anlatırken, aslında yazdıklarıyla toplumsal bir çerçeve de çiziyor.

“Yazarken sıklıkla düşünürlerden alıntı yaparım. Sanırım akademisyenlikle ilişkili bir durum. Kanıtlama ihtiyacım var. Bu yönde eleştiri yapanlar da olmuyor değil. Özünde yaşadıklarımız, aslında dünyada yaşananlardır. Çıkmazlarımız, arada kalmışlıklarımız bize özgü değil. Bu duyguları bizden önce yaşayanlar da oldu. Sanırım öyle çok okudum ki, hepsi bilinçaltımda duruyor. Yazma temelim okuduklarımın sonucudur. Onlara gönderme yapmazsam ihanet etmiş olurum.”

“Bizi insan yapan hatırlamaktır”

Tüm denemeleri büyük keyifle okudum. Yaş 35 isimli denemede “Hatırlamayı becermek kişiyi daha insan yapar” diye bir ifade yer alıyor. Öyle sanıyorum ki bizler hep hafızasız oluşumuzun bedelini ödüyoruz.

“Yüzleşme kültürü kişisel olarak da, toplumsal olarak da maalesef hayatımızda yok. Almanya yıllardır Yahudi soykırımı ile yüzleşiyor. Yüzleşme tüm egoyu, kibri bir yana bırakmayı gerekli kılıyor. Kişisel ilişkilerimizde de aynı sorun var. Her şeyi halının altına öteliyoruz. Biz çok yakın tarihte bir savaş yaşadık ancak hiç yaşamamışız gibi davranmayı tercih ediyoruz. Oysa bizi insan yapan hatırlamaktır. Elbette ben de mükemmel değilim. Benim de yüzleşemediğim şeyler var. Yine de bazı şeyler hayatta unutulmamalı, bir şekilde yüzleşme gerçekleştirilmeli.”

Bir diğer deneme, “Kendine bakmak tanrıyı görmek” ismini taşıyor. Bu noktada Pervin’e soruyorum, birey kendisine bakınca kendini görebiliyor mu diye?

“Bakmakla görmek çok ayrı şeyler. Bu konu da bizim yüzleşemememizin bir devamı gibi. Sadece bakıyoruz ama görmüyoruz. Çok solcuyuz ama solculuğumuz da Kıbrıs Türk halkına özgü. Yanımıza Uzak Doğulu yardımcı alıp yirmi dört saat onu çalıştırıyoruz. Sonra sokağa çıkıp ‘Sömürüye hayır’ diyoruz. Sömürü sadece Kıbrıs Türk halkı için mi geçerli? Elbette değil. Bunlar bana samimi gelmiyor. Belki de politikadan o nedenle soğudum. Kıbrıs’a döndükten sonra çok kötümser oldum. Toplum kendine bakıyor ama kendi ile yüzleşmiyor.”

 

Tam da bu konuyu “Her şey karşıtını içinde barındırır” başlıklı yazıya bağlıyorum.  Bu yazının konusu ‘mış gibi’ olmaktı. Tam da bahsettiğimiz.

“Evet, o yazımda da solculuğun örneğini vermiştim. Biz iyi şartlarda yaşıyorsak bu, üçüncü ülkelerden gelen, burada çalışan insanlar sayesindedir. Evimizi onlar temizliyor. Çocuklarımıza onlar bakıyor. Bahçemizi onlar düzenliyor. Tabii bizim neslin çalışıp bu lüks şartlarda yaşama şansı da yok. Her şeyi aileden bulmuş oluyoruz. Bu ülkede zenginlik nereden geliyor? Çoğunlukla savaş ganimetinden. Rumlara ait malları satarak, üzerine apartmanlar yapılmasına devam ettik. Sonra apartmanlardan şikayet ettik. Ben kendi hayatımda en azından teorik olarak ‘doğrusu budur’ deyip de pratik olarak tam tersini yapmıyorum. Sosyal medya bize çok yaradı. ‘Mış gibi’ yapmamız için çok uygun ortamlar yarattı. Okumadığımız üç kitap koyarak entelektüel olduk. Nisanlarımız, düğünlerimiz, kınalarımız, bebek partilerimiz. Küçük toplum olmanın yarattığı sorunlar bunlar. Sosyolojik olarak bugünkü toplumun gereği bu… Artık birey olarak var oluşunuz sosyal medyada göründüğünüz kadardır. Eskiden var olmak algılanmaktır diye bir şey vardı. Şimdi var olmak sosyal medyadır gibi oldu. Orada yoksak algılanmıyoruz.”

“Popüler kültür olarak futbolu sağlıksız görüyorum”

Son olarak ilgimi en çok çeken yazılardan birini konuşuyoruz. Burada Pervin “Futbol bazen sadece futboldur” diyor. Bana göreyse futbol asla sadece futbol değildir. Futbol ile spor dalı olarak ilgilenirken, popüler kültür olarak futbol kendisi için sorun teşkil etmiyor diyerek anlatacaklarını dinliyorum.

“Sorundur tabii ama bu yazıyı yazma nedenim köşeli toplum oluşumuz. Entelektüelsen Orhan Gencebay dinlenmez klasik müzik dinlenir. Tiyatroya kültür seviyesi yüksek insanlar gider. Böyle kalıplarımız var. Futbol için de durum aynı. Son on yılda biraz azalmakla birlikte yine de bana ‘Entelektüelsin, neden bu denli futbolla ilgileniyorsun?’ soruları gelir. Ben de o nedenle bu yazıyı bunlara cevaben yazdım. Popüler kültür olarak futbolu sağlıksız görüyorum. Yeri geldiğinde ataerkilliği de besleyen bir şey olduğunu düşünüyorum. Hatta milliyetçidir, kitleleri uyuttuğu da doğrudur. Bunları kabul ediyorum. Benim hobi olarak izlediğim bir şeydir. Çok severim. Elbette bu politik sosyal tarafının da farkındayım. Dünya kupası maçında Fransa’nın bir sömürgesine yenilmiş olması beni çok mutlu eder. Benim için önemlidir, başarılarını hissederim. Zaten çocukluğumdan bu yana ilgim var. Evde benden büyük erkek kardeşimin olması beni etkiledi. ”

Röportaj fotoğrafları: Nedim Enginsoy