“Ben her zaman güneyle kuzeyi, kuzeyle güneyi karıştırıyorum” – Christina Christofi & Dize Kükrer

“Ben her zaman güneyle kuzeyi, kuzeyle güneyi karıştırıyorum”

İki toplumlu Visual Voices kuruluşu tarafından açılan ve savaşa karşı duruşuyla gündeme gelen, “Gerçek: Ben her zaman güneyle kuzeyi, kuzeyle güneyi karıştırıyorum,” sergisi sanata, barışa hasret kaldığımız bu günlerde adeta içimizi ısıttı.

Üç ay süren barış eğitimi sonucu iki toplumdan on bir genç sanatçı tarafından oluşturulan sergi yaşadığımız salgına rağmen pek çok ziyaretçi ağırlamayı başardı. Medya ve milliyetçi anıtlar teması ile açılan sergide savaş her yönüyle eleştirilirken bir kez daha dünyada ve Kıbrıs’ta barışa vurgu yapıldı.

Kıbrıslı genç sanatçılar Christina Christofi ve Dize Kükrer’i yakından tanıyarak serginin detaylarını konuştuk.

CHRISTINA CHRISTOFI

“Birlikte var olmak için daha çok çaba harcamalıyız”

Christina Kıbrıs’ta dünyaya geldi. Yunanistan’da Ioannina Üniversitesi’nde tamamladığı sanat eğitiminin ardından İngiltere’de Birmingam Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi aldı. 2008 yılından bu yana çalışmalarına adada devam ederken pek çok iki toplumlu projede memnuniyetle yer aldığını anlatıyor.

“Sanatı yaratmakla kalmıyor uzun yıllardır çocuklara da sanat eğitimi veriyorum. Sanat bana büyük bir mutluluk veriyor. Biraz kağıt ve pek çok renk… Yaratma sürecini seviyor; beni mutlu ve en önemlisi özgür hissettiriyor. İnsan bunu bir kez hissetti mi, bir daha sanattan kopamıyor. Başka bir şeyle uğraştığımı düşünemiyorum. Tabii sadece resimle değil, heykelle, üç boyutlu işlerle de uğraşıyorum.  Kendimi ressam olarak tanımlasam da pek çok farklı sanatsal üretimde bulunuyorum.

Sanata dair yaptığı bir tanımlamada Christina sanatını günümüz sosyal, politik ve kültürel hayatına dair yaptığı kritikler olarak tanımlıyor. Elbette ben de hemen neden diye soruyorum.

“Sanat kendi içinde pek çok anlam barındırıyor. Toplumu etkiliyor. Dünyayı sanat olmadan düşünsenize… Benim için çok mutsuz, renksiz bir yer olurdu. Sanatı yaratırken insanlarla iletişim kuruyorum. Bu sosyal etkisi… Yaptığım eserlerle verdiğim mesaj ise sanatın politik yanı. Sonuçta sanata dair ne yaparsak yapalım hayatın içinden pek çok değere dokunuyoruz. Bu nedenle bir anlamda kültürel bir etki bıraktığımıza da inanıyorum”

Eserlerinde çoğunlukla pastel renklere ve pembeye yer veren genç sanatçı bunun nedenini de bizimle paylaşıyor. Onun renklerine baktığımda bana doğayı hatırlatıyor.

“Bana öyle geliyor ki pastel renkler hayalin renkleri. Pembe ise bana çocukluğumu hatırlatan, duygularıma hitap eden bir renk. Oyuncaklarım, şekerlemelerim, mutlu günlerim… Söz konusu renkleri diğer renklerle kombin ettiğinizde de ortaya çok güzel sonuçlar çıkıyor. Bu nedenle çalışmalarımda özellikle bu renklere ağırlık veriyorum. Her sanatçının bence öne çıkan renkleri, herkesin de kendine göre bir izahı mutlaka var.”

Visual Voices projesinde yer alma sürecini de konuşuyoruz.

“Aslında Visual Voices organizasyonunu biliyordum. Bu şekilde barışı öne çıkaran, savaşa karşı bir çalışma içinde olduklarını görünce de hemen dahil olmak istedim. Başvuruda bulundum, kabul edildi. Zaten daha önce de bir şekilde Kıbrıslı sanatçıların birlikte çalıştığı ortamlarda bulunmuştum. Bu sayede Kıbrıslı Türkleri tanıyıp dostluk geliştirmiştim. Hepimiz özünde aynı şeyi, adamızı birleştirmeyi istiyorduk. Maalesef zaman içinde her şeyin daha iyiye doğru evirildiğini söyleyemiyorum. Hatta önümüze her gün başka başka engeller çıkıyor. Yine de bizler çabalamaya devam ediyoruz. Hala umutluyum. Geleceğin neler getireceğini kimse bilemez. Bu proje de süren çabalarımızın bir sonucu olarak sanatseverlere buluştu.”

“Savaşı sürekli izlemenin kanıksamaya neden olacağından endişeliyim”

Christina bu sergiye özel olarak hazırladığı heykelinde kendi bakış açısıyla savaşın yarattığı trajediyi bizimle paylaşmaya çalışıyor. Medya aracılığıyla savaşı hiç yaşamasa da bunu nasıl deneyimlediğini anlatıyor.

“Üç ay süren çalışmalarımız sonucunda aklıma bu şekilde sürrealist bir eser oluşturma fikri geldi. Savaşın yarattığı felaketi eleştirmeye çalıştım. Biz savaşı yaşamayan ama medya, anlatılanlar, kitaplar sayesinde sürekli farklı savaşların yarattığı trajedilere şahitlik eden nesiliz. Ben aslında tüm bunları anlatmaya çalıştım. Yaşamak kadar sarsıcı bir deneyim olmasa da bunu sürekli izlemenin, işitmenin de trajedi olduğunu düşünüyorum. Fakat bir süre sonra bunu kanıksar mıyız diye de endişeye kapılmadan edemiyorum. Sonuçta ben hissettiklerimi anlattım. Bu heykelimde aslında felaketten kaçmaya çalışan bir simge beden var. Ama kaçamıyor. Parçalanmış organlar gibi bir doku yaratarak ve pembe rengi kullanarak aslında yok olan hayalleri ifade etmeye çalıştım.”

“Umutlarımızı canlı tutmalıyız”

Christina sözlerini savaşa karşı verdiği umut dolu mesajla tamamlıyor.

“Aslında iki toplum olarak bizlere mesajım var. Aramızdaki engellerin artmış olmasından dolayı üzgün ve endişeliyim. Yine de inanıyorum ki asla umutsuzluğa kapılmamalıyız. Savaşta iki toplum olarak çok acılar çektik. Bizler savaş yaşamayan genç nesiller olarak özellikle Lefkoşa’da bölünme ile yüzleşmeye devam ediyoruz. Bu yüzden işbirliğimizi geliştirerek, umutlarımızı canlı tutarak, savaşı yaşamayan nesiller olarak birlikte var olmak için daha çok çaba harcamalıyız. Yapılacak her türlü işbirliğinin önemli olduğunu hatırlamalıyız. ”

DİZE KÜKRER

“Barış herkesin içinde demlendirebileceği bir duygu”

Dize de Visual Voices projesi içinde yer alan on bir genç sanatçıdan biri… Lefkoşa’da dünyaya gelen Dize İngiltere’de aldığı güzel sanatlar eğitiminin ardından adaya döndü.  Hikayesini şöyle anlattı.

“Çocukken her çocuk gibi resim çizmeyi çok severdim. İlk başta mimar olmayı düşünmüştüm. Hatta mimarlık eğitimi için üniversiteye başladım. Daha sonra işin tasarım yönünün beni çok da çekmediğini fark edip güzel sanatlara yöneldim. Resim çizmek yanında yazılar yazdım, fotoğraflar çektim. Yine de eğitim hayatımda resim biraz hobi gibi kaldı. Güneyde yaptığım yüksek lisans ile aslında tasarımın tam olarak ne anlama geldiğini anladım. Prensiplerini, tarihini öğrendim. Böylece disiplinler arası bir deneyim de yaşadım.”

Ara bölgede barış için açılacak bir sergide yer alma fikrinin kendisini heyecanlandırdığını söyleyen Dize Visual Voices projesine dahil olma sürecini anlatıyor.

“Daha önce de bu tip projelerde yer aldım. Bunun gerekliliğine kesinlikle inanıyorum. Benim gibi iki Kıbrıslı Türk arkadaşım daha vardı. Üç aya yakın bir süreçte farklı workshop ve seminerlere katıldık. Kıbrıslı Rum sanatçılarla çalıştık. Benim için güzel bir deneyim oldu. Tüm bu çalışmalar sonucunda da bu eserler ortaya çıktı.”

“Bizim durumumuz negatif barış tanımına benziyor”

Seminerlerden edindiği bilgileri de bizimle paylaşan Dize negatif barış denilen bir süreci yaşadığımıza da atıfta bulunuyor.

“Bu seminerler boyunca barışa dair yeni bilgiler edindim. Daha önce hiç işitmediğim ‘negatif barış’ diye bir şey öğrendim. Şiddetin olmadığı ama tam olarak huzura da kavuşulmayan barış anlamına geliyor. Bizim durumumuz da biraz böyle. Daha önce de dönem dönem bu konular üzerinde çalışmıştım. Ara bölgede başkentin kırılmış olduğu deneyimini yaşamak, bir şekilde kendimizi soyutlamak, bu durumun değişmesine katkı sağlayacak bir harekette bulunmak bulunmaz bir deneyim oldu.”

“Alanın ruhu diye bir tanım var, ara bölgenin ruhu soyutlanmak gibi”

Sergi için ortaya çıkardığı eserin detaylarını da bizimle paylaşarak bir soyutlamaya doğru gittiğini anlatıyor.

Disiplinler arası çalıştığım için bu sergiye bir enstelasyon ile katıldım. Burada soyutlanmış bir alan, bir uzay yaratmaya çalıştım. Yaşadığımız bu ‘kırılmışlığı’ bize tekrar gösterebilecek, kendimizle yüzleşme sağlayacak bir çalışma yapmaya çalıştım. Sanatta ‘alanın ruhu’ diye bir tanımlama vardır. Ara bölgede çalışırken de sürekli gidip gelişlerle sonunda ortaya bu soyutlama çıktı. Devir işi ama üzerinde aynalar da var. Hem kendimizi hem ötekini nasıl gördüğümüz üzerine düşündürmeye, bu alan içinde kendimizi nasıl yerleştirdiğimizi göstermeye, bize nelerin geri yansıdığı göstermeye çalıştım.”

Kıbrıs’ta yaşamaya dair sergide kullandığı ifadede Dize Kıbrıs’ta, Lefkoşa’da yaşamanın aniden duvarlarla karşılaşmak anlamına geldiğini söylüyor.

“Ben bu çalışmamı bu duygu üzerinden kurguladım diyebilirim. Lefkoşa’nın akıcılığının olmaması beni her zaman çok etkiledi. Şehirlerin her zaman kendini anlatmasına izin vermeye çalışırım. Bu bağlamda Lefkoşa her zaman bana yarasını gösterir. Mesela Girne’de o duygu baskın değildir. Sokakları denizde biter. Lefkoşa’nın bu tökezlemesi beni çok etkiler artık iyileşmesi gerekir diye düşünürüm.”

“Savaşı yaşamasam da bende savaş travması oluştu”

Dize de savaşı yaşamayan ama hepimiz gibi savaşı öğrenerek büyüyen bir neslin insanı…

“Tabii çok fazla savaş hikayesi dinledik. Bize öğretildi. Ben çocukken sınırlar daha da keskindi. Hiç geçiş yoktu. Eğitim sistemi, müze gezileri derken bende de bir travma oluştu diyebilirim. Savaşı yaşamamış olmama rağmen savaşın sonuçlarını ben de bir anlamda ikinci, üçüncü ağızdan deneyimledim. İlk başta savaşa karşı, barış sergisi gibi bir içeriği olduğunu duyunca açıkçası ‘Yine mi bu konu?’ diye düşünmeden edemedim. Yine de bu konuda çok daha fazla bilgi edinmek istediğimi fark ettim. İnsanların duygularını, bu duruma bakış açılarını öğrenmek istedim. Toplumlar olarak nasıl deneyimlediğini, deneyimleyebileceğimizi merak ettim.”

“Barış politik olarak ulaşacağımız bir durum değil”

Dize barışa dair yaptığı etkileyici bir tanımlama ile sözlerini tamamlıyor.

“Aslında projenin konusu toplumsal bir barıştı. Bir taraftan da kişisel barıştan bahseder gibi düşünmekteyim. Barış ateşkes söylemlerinden uzaklaşıp aslında kendi içimize dönerek karşımızdakini de gerçekten görmeyi başarırsak gerçekleşebilir.  Barış, huzur dediğimiz duygu kendi içimizde ancak o zaman deneyimlenebilir. Bence barış politik bir durumdan çok herkesin kendi içinde deneyimlemesi gereken bir duygudur.