“Göçmenköy’de yaratılış hikayesi var, Luricina’da yok oluş” – Sergen Bahçeci

 

“Göçmenköy’de yaratılış hikayesi var, Luricina’da yok oluş”

Genç bir araştırmacı Sergen Bahçeci… Aşina olduğum bir sima… Pek çok farklı etkinlikte basın konferansında, seminerde karşılaştık. Karşılaşmalarımızın tesadüf olmadığını, tüm bu mecralarda bulunmasının özel bir nedeni olduğunu röportajımızda öğrendim. Mülkiyet meselesini ele aldığı Göçmenköy ve Luricina belgeselleri ana konumuz olmakla birlikte, onu yakından tanıma şansına da sahip oldum… Her iki hikaye özünde Kıbrıs’a özgü yerleşimi hikayeleri anlatmakla birlikte kendi içlerinde yaratılış ve yok edilişi de beraberinde getiriyor.”

Öncelikle Sergen’i biraz daha yakından tanımak istiyorum. Hayatının büyük kısmını okuyarak geçirdiğini anlıyorum.

“Kıbrıslıyım, ilkokulu Serdarlı köyünde okudum. Lise eğitimimi Türk Maarif Kolejinde tamamladıktan sonra, üniversite eğitimi için İngiltere’ye gittim. İlk başta siyaset ve ekonomi okudum. Daha sonra uluslararası ilişkilerde yüksek lisans yaptım. Bunu sosyal antropoloji alanında ikinci bir yüksek lisans takip etti. Şimdi de sosyal antropoloji üzerine doktora yapıyorum. Uzun süre İngiltere’de yaşadım. 2018 yılının Temmuz ayından bu yana doktoramın parçası olarak saha çalışması yapabilmek adına Kıbrıs’a geldim. Bir süre daha burada olmayı planlıyorum. Eylül ayından sonra yeniden İngiltere’ye dönme planım var. Yıllar içinde İngiltere’de bir süre çalıştığım, siyasi analistlik yaptığım dönem de oldu.”

“Antropoloji insana insan gibi yaklaşan bir alan”

Tüm bunları işittikten sonra aklıma ilk gelen soru, siyaset ve ekonomi alanından antropoloji alanına neden geçiş yaptığı üzerine oluyor. Bunun tesadüf olmadığını hissediyorum.

“Biliyorsunuz bizler lisede iyi bir sosyal bilimler eğitimi alamıyoruz. Sosyal bilimlere hatta değer bile verilmiyor. Ben kendimi geliştirerek evde çalışarak, sınavlara hazırlanarak, üniversiteye başvurdum. Siyaset ve ekonomi o yıllarda ilgi alanımdı. Diğer teknik konular, mühendislik alanlar beni hiç çekmedi. Eğitimim sırasında ekonomi kısmı da çok ilgimi çekmedi. Ekonominin içeriğini, amaçlarını, metotları beğenmedim. Siyaset, siyasi felsefe daha çok ilgimi çekti. Daha sonra uluslararası ilişkiler de yüksek lisans yaptım. Bu süreçte fark ettim ki uluslararası ilişkiler de metot, amaç, disiplin kültürü bakımından tam olarak istediğim alan değildi. Uluslararası ilişkiler insanı insan gibi ele almıyor. Devletleri, ele alıyor. Tüm bunlar olurken Londra’da konferanslara katıldım. Okumalar yaptım. Sonuçta anladım ki sosyal bilimler alanında benim ilgimi çekebilecek tek alan antropolojiydi. İkinci yüksek lisans için burs aldım. İnsana insan gibi yaklaşan bir alan olduğuna karar verdiğim antropolojiye yöneldim. Benim için kesinlikle doğru alandı. Diğer alanlarda tüm araştırmalar kütüphanelerde yazılıp, yapılırken antropoloji size sahada çalışmayı şart koşuyordu. Şuanda kuşaklar arası sosyal ve siyasi ilişkiler üzerine araştırma yapıyorum. Özellikle 2004’ten bu yana siyasi ve kültürel çoğulculuğun başlamasından bu yana yaşanan gelişmeleri farklı olayalar üzerinden çalışıyorum. Daha genel ifade edecek olursak toplumda 2004 yılından bu yana yaşanan değişimleri araştırıyorum. 2003 yılından önce siyasi çoğulculuk yoktu. Tek parti döneminde yaşıyorduk. 90’lı yıllar adeta ayrı bir dünyaydı.”

Özellikle yaptığı kısa belgesel çalışmalarla dikkatimi çeken Sergen, sinemaya ilgisini söyle izah ediyor.

“Aslında film izlemeyi, film üzerine okumayı her zaman sevdim. Yüksek lisans yaparken de film analizi dersleri aldım. Siyaset dersiydi ama filmde kimlik, temsiliyet gibi konuların analizini yapmıştık. Kamera kullanmaya başlamam doktora ile birlikte oldu. Birkaç workshopa katıldım. Kamera kullanma, kurgu yapma gibi çok temel dersler aldım. Böylece Kıbrıs’a gelirken kamera satın aldım. Asıl metodum participant observation, katılımcı gözlem olduğu için bir sürü yerde bulunmam gerekiyordu. Sonuçta sizin yaptığınız gibi ben de gözlemeye başladım, röportajlar yapıp, notlar aldım. Zaman içinde bunlara kamerayı da ekledim. Sinemaya ilgim biraz da tesadüfen oldu diyebilirim.”

“Kuşaklar arası ilişkiyi anma törenlerinde görürsünüz ”

Sergen ile bir araya gelme nedenimiz Luricina ve Göçmenköy’e dair yaptığı belgesel çalışmalar… Elbette bu çalışmaların öncesi de vardı.

“Kamerayı ilk başta katıldığım kamusal etkinliklerde kullanmaya başladım. Hatta ilk olarak kameramı 20 Temmuz’da yapılan şafak nöbetine götürdüm. Orada videolar, fotoğraflar çektim. Gözlem yapmak adına çok ilginç bir yer. Bence herkes gitmeli, hatta kamera da götürmeli. Anlatınca çok anlamlı olmuyor ama gözlemleyince daha iyi anlıyorsunuz. Gece yarısına kadar, oraya giden insanların bakış açısına göre, özgürlüğün kutlanması yapılıyor, gece yarısından sonra ise savaşın ağıtı, mevlitler okunuyor.

 

 

 

Zaman içinde kameramı her yere götürmeye başladım. Genelde anma törenlerine katıldım. Törenler anma yerleridir. Kuşaklar arası ilişkiyi orada net görürsünüz. Gençler ölen, yada yaşayan atalarını anar. Araştırmam anlamında önemli verilerdir. Resmi törenlerde mesela çoğu zaman vatandaş olmaz. Sadece Güzelyurt’ta biraz katılım olur. Törenleri izleyenler her zaman protokol olur.”

“Göçmenköy’de yoktan bir topluluk var edildi”

Sergen için araştırma yapmak adına, törenleri izleyerek başlayan kamera deneyimi, zaman içinde belgeselciliğe dönüşüyor. Böylece ortaya ilgi çekici işler çıkıyor.

“İlk başta İngiltere’de yaşarken açık söylemek gerekirse Kıbrıs’la hiç ilgilenmiyordum. Hatta özellikle Kıbrıslı olduğum için araştırmalarımda da hep ada dışında bir şeyler yapmaya çalışırdım. Kıbrıs üzerine çalışan, Kıbrıslı olmak istemezdim. Burada ne var ne yok farkında bile değildi. Sadece tatile gelirdim. Bir tatilde ne yapılırsa onları yapardım. Daha sonra döndüğümde her yere gitmeye başladım. Yapılan her etkinliği takip ederek, ülkede ne olup bittiğini anlamaya çalıştım. Hatta sizin, Gazeteciler Birliği’nin sözlük çalışmasına ilişkin basın toplantısına da öyle katıldım. Zamanla araştırmamı Kıbrıs’a yönelttim. Bu arada Göçmenköy bölgesinin herkes gibi farkındaydım ama tam olarak hikayesinin ne olduğunu bilmiyordum. 2018 yılının Ekim ayında Amerikan Üniversitesi’nin yaptığı bir etkinlikte Hakkı Atun’nun mimari yönünü ve Göçmenköy projesini anlatışına denk geldim. Çok ilgimi çekti. Zihnimdeki klasik siyasetçi imajından çok uzak karaktere sahip olduğunu fark ettim. Anı kitabını okudum. Röportaj talep ettim, bu hikayenin daha fazla bilinmesi gerektiğine karar verdim. Çok ilginç buldum. Doktoram çerçevesinde Göçmenköy’ü anlatan bu çalışmayı yaptım. Sadece akademiye yönelik değil, topluma yönelik de bir şeyler yapmak istedim. Benim gibi hikayeyi bilmeyenler de öğrensin diyerek, eski fotoğrafları edindim. Hakkı Atun’da bana çok destek oldu. Böylece ortaya İskani Devlet 1, Göçmenköy çıktı. Tabii artık Göçmenköy diye bir yer kalmadı. Binalar var ama maalesef sosyal yaşantısı devam etmiyor. Benim için ilginç olan savaşın içinde büyük bir koordinasyon ile bunun yapılmasıydı. İyi yönetim başarısı olarak görüyorum. Yoktan bir topluluk var edildi. Çok güzel günler olarak anlatılır ama artık o hikaye bozuldu tabii. 1974 yılında buradaki insanların bir bölümü onlara verilen Kıbrıslı Rumlara ait evlere taşındı. Özellikle 1995 yılında evlere tapu çıktıktan, özel mülkiyete dönüştükten, sonra satan bölgeden ayrıldı. Evler iş yerlerine dönüştü. Artık kiralanabilecek uygun fiyatlı evler olarak görülüyor. Hikaye bir yerin yaratılışı, daha sonra ölümünü anlatıyor diye bilirim. Bu da farklı politikaların ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Eskiden sosyal muhalefetin olduğu bir yerken, şimdi ben Göçmenköylü bile bulamadım. 1974 ve 1995 yılından sonra oralarda ciddi değişimler oldu. Bugün ise tamamen yok oldu.

Zaman içinde kameramı her yere götürmeye başladım. Genelde anma törenlerine katıldım. Törenler anma yerleridir. Kuşaklar arası ilişkiyi orada net görürsünüz. Gençler ölen, yada yaşayan atalarını anar. Araştırmam anlamında önemli verilerdir. Resmi törenlerde mesela çoğu zaman vatandaş olmaz. Sadece Güzelyurt’ta biraz katılım olur. Törenleri izleyenler her zaman protokol olur.”

“Göçmenköy’de yoktan bir topluluk var edildi”

Sergen için araştırma yapmak adına, törenleri izleyerek başlayan kamera deneyimi, zaman içinde belgeselciliğe dönüşüyor. Böylece ortaya ilgi çekici işler çıkıyor.

“İlk başta İngiltere’de yaşarken açık söylemek gerekirse Kıbrıs’la hiç ilgilenmiyordum. Hatta özellikle Kıbrıslı olduğum için araştırmalarımda da hep ada dışında bir şeyler yapmaya çalışırdım. Kıbrıs üzerine çalışan, Kıbrıslı olmak istemezdim. Burada ne var ne yok farkında bile değildi. Sadece tatile gelirdim. Bir tatilde ne yapılırsa onları yapardım. Daha sonra döndüğümde her yere gitmeye başladım. Yapılan her etkinliği takip ederek, ülkede ne olup bittiğini anlamaya çalıştım. Hatta sizin, Gazeteciler Birliği’nin sözlük çalışmasına ilişkin basın toplantısına da öyle katıldım. Zamanla araştırmamı Kıbrıs’a yönelttim. Bu arada Göçmenköy bölgesinin herkes gibi farkındaydım ama tam olarak hikayesinin ne olduğunu bilmiyordum. 2018 yılının Ekim ayında Amerikan Üniversitesi’nin yaptığı bir etkinlikte Hakkı Atun’nun mimari yönünü ve Göçmenköy projesini anlatışına denk geldim. Çok ilgimi çekti. Zihnimdeki klasik siyasetçi imajından çok uzak karaktere sahip olduğunu fark ettim. Anı kitabını okudum. Röportaj talep ettim, bu hikayenin daha fazla bilinmesi gerektiğine karar verdim. Çok ilginç buldum. Doktoram çerçevesinde Göçmenköy’ü anlatan bu çalışmayı yaptım. Sadece akademiye yönelik değil, topluma yönelik de bir şeyler yapmak istedim. Benim gibi hikayeyi bilmeyenler de öğrensin diyerek, eski fotoğrafları edindim. Hakkı Atun’da bana çok destek oldu. Böylece ortaya İskani Devlet 1, Göçmenköy çıktı. Tabii artık Göçmenköy diye bir yer kalmadı. Binalar var ama maalesef sosyal yaşantısı devam etmiyor. Benim için ilginç olan savaşın içinde büyük bir koordinasyon ile bunun yapılmasıydı. İyi yönetim başarısı olarak görüyorum. Yoktan bir topluluk var edildi. Çok güzel günler olarak anlatılır ama artık o hikaye bozuldu tabii. 1974 yılında buradaki insanların bir bölümü onlara verilen Kıbrıslı Rumlara ait evlere taşındı. Özellikle 1995 yılında evlere tapu çıktıktan, özel mülkiyete dönüştükten, sonra satan bölgeden ayrıldı. Evler iş yerlerine dönüştü. Artık kiralanabilecek uygun fiyatlı evler olarak görülüyor. Hikaye bir yerin yaratılışı, daha sonra ölümünü anlatıyor diye bilirim. Bu da farklı politikaların ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Eskiden sosyal muhalefetin olduğu bir yerken, şimdi ben Göçmenköylü bile bulamadım. 1974 ve 1995 yılından sonra oralarda ciddi değişimler oldu. Bugün ise tamamen yok oldu.

İskan kelimesinihepimiz biliyoruz ama peki ya İskani devlet…

“Tabii İskani diye bir kelime yok. Onu ben uydurdum. İskan var, yurtlandırma anlamına geliyor. İskani Devlet derken ise insanlara yer gösteren, hayatında merkez gibi davranan otorite manasında kullanmak istedim. 1974’e kadar çünkü böyle bir durum söz konusuydu. Daha sonra bu durum ortadan kalktı. Demokratikleşme gibi bir şey oldu, bolluk başladı. Göçmenköy ve Luricina yer hikayesi. Göçmenköy’de yaratılış, Luricina’da ise yok oluş ama sonuçta ikisi de iskan konusu. Birinde yer gösterip yarattılar, diğerinde yer gösterip yok ettiler. 1974’ten sonra ise Göçmenköy’de insanlar bolluk olunca ayrıldı. Bazıları Kıbrıslı Rumların evlerine yerleşti. Luricina’da da benzer bir şey oldu. Daha iyi yerlere, evlere gidildi. Köy bırakıldı, unuttu. Bu bağlamda iki yerleşim yerinde farklılıklarla birlikte, benzerlikler de söz konusu.  Luricina Türk arazisi olmasına rağmen, eşdeğer statüsü verildi. Oradaki mallarını bırakıp başka yerden mal almalarına fırsat verildi. Tabii sıkıntıları da vardı. Köyle ilgili 1973 yılında yapılan Frasız belgeseli de buldum. Su sıkıntıları vardı, etraf çevriliydi. Belirtmek isterim ki  ben bugüne bakıp kendileri için daha iyi hayat isteyen insanları yargılayamam. Göçmenköy’de de 1968-1974 arası yaşayan göçmen insanları da yargılamıyorum, Luricida’dan ayrılan köylüleri de. Ben sadece araştırmam için, ortalama hikayelerin dışındaki yerlere bakmaya çalışıyorum. Yoksa pek çok yerde göçmenlik oldu, bu iki bölge biraz daha istisna. Esas olarak geçmiş yıllardaki yurt yaratma meselesi, benim ilgimi çekti. Bu iki alanda çalışmalar yaptım. Tüm bu çalışmalarım Youtube kanalımda bulunuyor. Herkes ulaşabiliyor. Benim sosyal bilimlerden anladığım bu. Akademik olmayan insanlara da açık olabilecek bir şeyler yapmak. İnsanlar artık bilgiye bu şekilde ulaşmak istiyor, sadece bir kitabın kapağını açıp okumak yeterli değil.”