“Belediyecilik sadece çöp toplamak değil”

Onur Olguner mimari kimliği ile aslında pek çoğumuzun aşina olduğu bir sima. Akademisyen kimliği ve 2013- 2018 yılları arasında Lefkoşa Türk Belediyesi’nde yürüttüğü meclis üyeliği ile de yakından tanınan bir isim. Mimarlık eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra Cardiff Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Yolu dönüp dolaşıp yine Lefkoşa’ya vardı.

Son olarak yayımlanan “Bir Lefkoşa Hikayesi” isimli kitabında özellikle Lefkoşa’ya dair kentsel anlamda önemli çıkarımlarda bulunarak çözümler üretiyor. Yazılarını okudukça vizyonu, yaratıcılığı ve böyle bir Lefkoşa’da yaşama ihtimali insanı çok etkiliyor. İnanıyorum ki Onur bu vizyonu ile siyasete ağırlık verse bizler için çok daha yaşanası bir şehir yaratabilir.

Mimar olma süreci tesadüf sonucu ortaya çıkan ama bugün bakıldığında ‘ne iyi etmiş’ dedirten bir olay.

“Aslında mimar olmam biraz şans eseri gelişti. Üniversiteye hazırlanırken beni el çizimlerim iyi olduğu için yönlendirdiler. İlk başta çizim yeteneğim olmuş, olmamış, benim için bir anlamı yoktu. Ancak üçüncü sınıfa gelinde ne yaptığımın ayırdına vardım ve mesleğime tutuldum. Zaman geçtikçe de mimarlık ve çizimin ilişkisi olduğunu anladım. Bunun için belli bir zamana, deneyime ihtiyaç varmış demek ki. Ancak o zaman çizimle, sanatla, mimarinin ilişkisini kurabiliyorsunuz. Bunu mezuniyetimden on yıl sonra fark ettim.”

“Kıbrıslılar nerede yaşarlarsa yaşasınlar gözleri adadadır”

Bir Lefkoşa hikayesi Onur’un Yenidüzen gazetesinde kaleme aldığı köşe yazılarından derlediği kitap olarak raflarda yerini aldı . Elbette bu yazılar kitabın bütününe dâhil olunca çok daha fazla anlam kazandı. Üzerine bu denli zihin yorduğu kentin neden Lefkoşa olduğu sorusuyla kitabını konuşmaya başlıyoruz.  

“Mesleğim ve Lefkoşalı olmam bunda etken. Lefkoşa’ya olan ilgim mimarlığa olan ilgimin oluştuğu zamanlara denk gelmektedir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ni bitirdim ama Türkiye’de kalmayı hiç düşünmedi. Ardından Cardiff Üniversitesi’nde yüksek lisan yaptım. Yine kalma fırsatım oldu ama düşünmedim. Genelde biz Kıbrıslılar nerede yaşarsak yaşayalım, gözümüzün ucu hep adadadır. Her zaman da bir geri dönme planı vardır. Bende de öyle oldu. Doğduğum şehre dönerek katkı sağlama kararımı üniversitede aldım. Özellikle Kadri Fellahoğlu döneminde hayata geçirdiğimiz Lefkoşa Surlariçi projesiyle de bunu bir nebze başardığımı düşünmekteyim. Biz yedi yıl önce yayalaştırdığımızda şu an olan pek çok mekan yoktu. O günlerde gece bu sokaklarda yürünmezken bizler bunu ön gördük. Eleştiri gelmesine rağmen de hayata geçirdik. Elbette işletmeler de bize öncü oldu. Rüstem kitabevi de bunlardan biridir. Zamanla gençler de bu durumu aldı ve bu günlere taşıdı.”

“İçinden akarsu geçen kentler bahtsız değil, şanslıdır”

2016 yılında yazılan Dereboyu deresinin hikayesi aklımı en kurcalayan konulardan birisi…

“Dereboyu deresi projesinin hayat bulması için ciddi projelendirmeye ihtiyacı var. Lefkoşa Türk Belediyesi’nde belediye meclis üyesiyim. Teknik komitenin de başkanıydım ama o dönem proje bizden alınmıştı. Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in Porsuk çayı ile ilgili çok güzel bir sözü vardır. Başkan olduğu yıl Porsuk çayı aynı bizim Kanlı dere gibi, binaların gerisindeymiş. Çöplük gibiymiş. Kendisi, ‘İçinden akarsu geçen kentler bahtsız değil, şanslıdır,’ der. Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Güney’de de Kanlıdere, Pedios deresi, rehabilitasyon geçirdi. Çok güzel yürüyüş, bisiklet yolları yapıldı. Fakat kuzeye, yeşil hatta gelince bu düzen sona eriyor. Oysa kuzeyde de derenin etrafında öyle güzel bir doğal ortam var ki… Ördekler, karabataklar, tatlı su balıkları… Gerçek anlamda bir eko sistem görüyoruz. Bana göre bunu mutlaka devam ettirmemiz lazım. Üstelik güneydeki bölümü çok daha az su tutar, kurudur. Buna rağmen yapıldı. Bana göre Mehmet Akif caddesindeki binalar dereye sırtlarını vereceklerine tam tersi yapılmalıydı. Kanlı dere için çok mücadele ettim, olmadı. Önümüze pek çok engel kondu. Siyaseten de engeller vardı, bürokratik olarak da. LTB’nin içinde, idaresinde ciddi bürokrasi vardır. Bu nedenle de projelendirme yapılmadı. Maalesef belediye meclis üyesinin yetkileri de sınırlıdır. Oysa ben bu projeye Mimarlar Odası’nı da dahil etmeye çalışmıştım. Tabii sonuçta belediyede böyle bir vizyon yoksa, siz ne yapsanız hayat bulmaz. Yine hatırlatayım ki bizim elimizde çok ciddi bir potansiyel var. Lefkoşalılar’ı gerçek anlamda mutlu edebilecek bir potansiyel…”

“Önümüzdeki elli yılı düşünürsek Lefkoşa’nın bir parka ihtiyacı var”

Tabii Onur’un şehirlerimize özellikle de Lefkoşa’ya dair vizyon geliştirerek kaleme aldığı pek çok yazı bulunuyor bu kitapta… Bunlardan birisi de ısrarla vurgu yaptığı park ihtiyacımız.

“Bizde imar planı içinde tüm askeri alanlar yeşil alan içine katılarak tamamlandı. Şehir büyümeye devam edecek; önce bunun farkına varalım. Bugün eskiden şehir dışı olarak algılanan Lefkoşa Mağusa yoluna kadar genişledik. Zamanla daha da fazla büyüyecek. Nüfus da artacak. Kaçınılmazdır. Önümüzdeki elli yıl düşünerek bazı adımlar atılmalı. Bizim de bu büyüme içinde mutlaka şehir parkına ihtiyacımız olacaktır. Bunun için de en ideal yer yine Mehmet Akif Caddesi arkasında kalan yeşil alandır. Hem ticari alanlara çok yakın, hem de yeni kente bağlantısı var. Ayrıca Kanlıdere’nin suyuyla gölet de yaratabileceğimiz bir alan. O nedenle Lefkoşa için ideal bir ‘central park’ olabilir. Bunu da yazılarımdan birinde kaleme aldım .”

“Siyasetçilerdeki en büyük sorun vizyon eksikliği”

Okur olarak şunu da hatırlatmak isterim ki Onur sadece yaşadığımız şehre dair sorunları ortaya koymakla kalmıyor, bizlere çözüm önerileri de sunuyor. Bu şekilde de kaleme alınan pek çok yazısı var. “Bir tramvay hikayesi” isimli yazısı da bunlardan biri.  

“Toplu taşıma konusu benim için ayrı bir öneme sahiptir. Yazıda da anlattım, o konu da Çek Cumhuriyeti ziyaretim sırasında ortaya çıktı. Yaptığım bir ziyarette Prag’ı tramvay ile gezdik. Araba varken orada yaşayan arkadaşlarım tramvayı tercih etti. O geziden sonra ben Lefkoşa içinde gezen bir tramvay hayal ettim. Hızlı olmayan, biraz nostaljik, ‘trolli’ dediklerimizden. Taksim’deki tramvay gibi… Budapeşte’de de benzer uygulama var. 2010 yılından bu yana benim aklımda bu proje var.  Ben bunu çok da deklare ettim. Hatta o yıllarda Cemal Bulutoğluları’na da ziyarette bulunduk; bunun yapılması için çalışma verdik ama açıp bir daha baktı mı, emin değilim. Siyasetçilerdeki en büyük sorun vizyon eksikliği. Vizyonu yoksa hiçbir şey yapamazsınız.”

“Belediyeciliği çöp toplamaktan çıkarıp şehirlerimizi tasarlamamız gerekiyor”

Tam da bu noktada 2017 yılında kaleme aldığı bir yazıyı Onur’a hatırlatıyorum. Orada şöyle bir ifade kullanıyor. “Sadece şehirlerimizi değil hayallerimizi de belediyelere emanet etmişiz.”  Bu durumda bir belediye başkanının sahip olduğu vizyonun ne denli önemli olduğu da ortaya çıkıyor.

“Tam da bu durumu açıklıyor. Ülkemizde belediyeler belediyeciliğin potansiyeline ulaşabilmiş değil. Bazı denemeler, o potansiyele yaklaşma çalışmaları var. Bunlar bana göre Gönyeli ve Alsancak belediyeleridir. Yine de potansiyele ulaşabilmiş değiliz. Artık belediyeciliği sadece çöp toplamaktan, su bağlatmadan, sosyal konulardan çıkarıp şehirleri tasarlamamız gerektiğini anlamamız gerekiyor. Özellikle Lefkoşa’da bu tasarlamayı yapacak potansiyel var. Avrupa Birliği’nde artık ülkeler milli gelir üzerinden değil mutluluk indeksi üzerinden sıralama yapmaya başlıyor. Biz bunu şehirlerimize uygulasak, Lefkoşa’da bunun yüksek olmadığını göreceğiz. Özellikle salgın döneminde gördük ki gidebileceğimiz sadece üç, dört kafe, restoran var. Parkımız yok. Meydanlarımız yok. Hepimiz kendi kişisel dünyamızda yaşamaya çalışıyoruz. Birlikte paylaşabileceğimiz alanlar yok. Yurt dışına da gidemiyoruz. Yaşadığımız şehirde ise olanaklar az. Dolayısı ile bunun için gerçekten çok çalışmamız lazım. Şehir bize birlikte vakit geçirebileceğimiz yürüyüş yolları, parklar, meydanlar sağlayamıyor. Geride kalmış görünüyoruz. Ciddi anlamda, belediye başkanı ve belediye meclis üyelerinin ortaya vizyon koyması, hedefler gerekiyor. Başarmak için de ciddi mücadeleler gerek. Biz 2013 yılında Surlariçi’nde bunu başardık.”

“Mimarlık görgü gerektiren sanattır”

Onur’un bir başka özelliği sıklıkla gerçekleştirdiği seyahatleri… Seyahat etmek, gezmek, görmek onu gerek mimari gerekse de vizyon bağlamında besleyen bir süreç.

“Şehre dair olan tüm konular da bana göre mimarinin parçası. Her zaman, mimarlık görgü gerektiren bir sanattır diyorum. Buradaki görgü adabı muaşeret anlamında değil ama yaşayıp görmek anlamındadır. Ben mesleğime başladığım günden itibaren dünyayı gezmeye görmeye çalıştım. Viyana’da meydanda oturduğunuzda sadece bu dinamik bile size bir şeyler katıyor. Gittiğim şehirlerde imrendiğim detaylar oldu. Hepsinden birer ipucu yakalamaya, fikirler edinmeye çalıştım. Hatta bazılarını bu kitaba da ekledim. Gördüğüm tüm örneklerden bizim için de bir şeyler yarattım. Tabii sadece görme üzerine değil, kitabın içerisinde pek çok araştırma konusu da var. Mimarlıkta ben öğrencilerimizde de herhangi bir proje yaparken ‘git benzer projeleri araştır,’ derim. Neler yapılmış, neler başarılmış… ‘Ona göre benzer projeyi vizyon geliştirerek yarat,’ derim. Ziyaret ettiğim şehirlerde de durum böyledir. İşte kitapta bunu Lefkoşa’ya odaklanarak yaptım. ”

ONUR OLGUNER