“Kuzey Kıbrıs’ın ötekileri”

“Kuzey Kıbrıs’ın Ötekileri” Ali Dayıoğlu’nun ilk kitabı değil. İlk kez Bulgaristan’daki Müslüman-Türk azınlığına ilişkin yayınladığı kitapla unutulan kesimlerin sesi olan yazar, bu kez yaşamıyor sandığımız grupları gün yüzüne çıkararak bizi ötekileştirdiklerimizle yüzleştiriyor.

Kimse kimseye bilerek öteki muamelesi etmese dahi, yaptığımız tercihler kaçınılmaz sonuçları beraberinde getiriyor. Geçmişte ötekileştirdiklerimizden, bugün nasıl ötekileştirildiğimiz günlere geldiğimiz sorusu ise kitapla cevap buluyor.

 

KİTABIN GERÇEKLEŞME SÜRECİ

Kıbrıs’ın ötekilerini anlatmaya doktora eğitimi sırasında karar veren Dayıoğlu, o günden bugüne konu üzerine kafa yormaya devam ediyor. Böylece ortaya daha önce hiç yazılmayan bir kitap ve Kıbrıs’ın ötekileri çıkıyor.

“Aslında bu fikir aklıma doktora yaparken geldi. Ankara Siyasal’da uluslararası ilişkiler alanında doktora yaparken azınlık haklarına yöneldim. Bunun iyi bir çalışma alanı olacağına karar vererek 1878-2002 döneminde Bulgaristan’daki Müslüman-Türk azınlığın durumunu inceledim. Bu çalışmamı genişletip güncelleştirerek kitap haline getirdim ve İletişim Yayınları’yla okuyucuyla buluştum. İlk kitabımı yazarken acaba Kıbrıs’taki azınlıkların durumu ile ilgili neler yazabilirim diye de düşünmeye başladım. Zaman içerisinde pek çok belge topladım. 2000’lerde çalışmaya başladım. Çoğunlukla gazete kupürleri topladım. Ardından 2010 yılında Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı olarak Avrupa Birliği’nden aldığımız “Kuzey Kıbrıs’ta İnsan Haklarının Haritalandırılması” projesi çerçevesinde Kuzey Kıbrıs’ta azınlık haklarının ne durumda olduğunu ele aldım ve bir rapor yayınladım. Bu bir anlamda kitap için ilk adım oldu.”

Kitapta azınlıklar Hıristiyanlar ve Hıristiyan olmayanlar olarak iki gruba ayrılırken bu gruplar kendi içinde de hayli farklı muamele görüyor. Kıbrıs’ın kuzeyindeki azınlıkların kimler olduğu sorusuna verilebilecek cevap hala zihinleri kurcalamaya devam ediyor.

“Adanın kuzeyindeki azınlıkları iki ana gruba ayırdım, Hıristiyanlar ve Hıristiyan olmayanlar şeklinde. Hıristiyanlar içerisinde özellikle Rumları ve Marunîleri, daha dar kapsamlı olarak da Kıbrıslı Türk Protestanları ve Yehova Şahitlerini ele aldım.  Hıristiyan olmayanları ise Romanlar, Aleviler ve Kürtler şeklinde üç grupta inceledim. Uluslararası hukukta kabul edilmiş bir azınlık tanımı yok. İkinci Dünya Savaşından sonra azınlığın ne olduğu konusunda tanım çalışması yapıldı ancak hiçbir devlet kendini bu tanımla bağlamak istemedi çünkü azınlıklar, ulusal bütünlüğü bozabilecekleri endişesiyle özellikle ulus-devletlerin korktuğu konuların başında gelir. Bununla birlikte, zaman içerisinde çeşitli azınlık tanımları ortaya çıktı. Bunların en önemlisi Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Francesco Capotorti’nin yaptığı tanımdı. Söz konusu tanımla hangi grupların azınlık olarak nitelendirilebileceklerine ilişkin kriterler belirlenmiş oldu. Söz konusu grup çoğunluktan sayıca az olacak, farklı etnik, dinsel veya dilsel özellikler taşıyacak, üyeleri ülkenin vatandaşı olacak ve dominant-başat pozisyonda olmayacak. Bunların yanında bu grubun mensupları farklılıklarını sürdürme isteğine, yani azınlık bilincine sahip olacaklar. Aslında azınlık bilinci bunlar arasındaki en önemli öğedir. Bir grup kendisini azınlık olarak görmüyorsa bizler o grubu azınlık olarak nitelendiremeyiz. Ama azınlık haklarını sağlayarak söz konusu grubun mensuplarına bunlardan yararlanma koşullarını yaratabiliriz. Kıbrıs söz konusu olunca ülkemizde azınlık olarak nitelendirdiğimiz grupların bu tanıma birebir uyduğunu söyleyemeyiz. Başka konularda olduğu gibi bu konuda da biraz nevi şahsına münhasır ülkeyiz. Bundan dolayı, kuzeydeki azınlıkları tanımlamak için ülkedeki özgül koşulları göz önünde bulundurdum.

Pek çok çelişkiyi içinde barındıran KKTC yasaları azınlıklar konusunda da benzer çelişkileri içinde barındırıyor gibi. Detayları Dayıoğlu açıklıyor. “Azınlık olmanın kriterlerinden biri vatandaş olmaktır. Fakat ülkemizdeki Rumlar ve Marunîlere baktığımız zaman her ne kadar mevzuata göre bu insanların KKTC vatandaşı sayılmaları gerekiyorsa da, uygulamada bu insanlar vatandaş sayılmıyorlar. Arada kalıyorlar. Ülkedeki kimi vatandaşlık haklarına sahipken, örneğin sürekli ikamet etme hakkı gibi, kimilerine de sahip olamıyorlar, oy verme gibi. Öte yandan sadece Kormacit’teki Marunîler kendi muhtarlarını seçebiliyorlar. Zaten kimlik kartlarına bakınca bu insanların vatandaş-yabancı arasında bir yerde bulunduklarını görüyoruz. Kıbrıslı Türkler kırmızı kimlik kartı kullanırken yabancılar beyaz, Rumlar ve Marunîler ise mavi kimlik kartı kullanıyor. Böylece bu insanlara yarı vatandaş dediğimiz tuhaf bir statü veriyoruz.”

Kıbrıslı Türkler olarak kendimizi azınlık gibi hissettiğimiz süreçlere rağmen kitaptaki azınlıklar arasında yer almıyoruz. Bunun nedenini Dayıoğlu’na soruyorum. Gülüyoruz tabii ikimiz de biliyoruz ki her şeye rağmen varız ve buradayız. 

“Kitabı okuyan herkesten benzer yorumlar geldi. Birçok insan asıl Kıbrıslı Türkleri yazmam gerektiğini, ülkedeki esas azınlığın bizler olduğunu söyledi. Hükümetlerin buraya nüfus aktarması ya da bunun teşviki sonucunda Kıbrıslı Türklerin sayıca azalmaya başladığını, Türkiye’deki politikaların buraya empoze edildiğini, Kıbrıslı Türklerin özne pozisyonundan çıktığını söyleyenler, bu konuda eleştiride bulunanlar oldu. Doğrudur, Kıbrıslı Türkler Türkiye kaynaklı kimi politikalarla ötekileştirildi. Özellikle 2009 yılından sonra Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti tarafından kuzey Kıbrıs’ta hayata geçirilmeye çalışılan Hanefi-Sünnileştirme projeleri ve çıkarılan “göç yasaları” Kıbrıslılar arasında nüfuslarını ve kimliklerini kaybetme endişesini artırdı. Zaten bu kültür kaybetme korkusundan dolayı özellikle son beş yıldır köy panayırlarında patlama yaşandı. Her ne kadar Türkiye’den yoğun bir nüfus akışı varsa ve Kıbrıslı Türklerin kimliklerini etkileyecek politikalar hayata geçirilmiş olsa da Kıbrıslı Türkler her şeye rağmen kendilerini korumayı başardı, Kıbrıs’a ilişkin söz söyleme imkânına da sahip oldu. Ben kitapta Türkiye tarafından ötekileştirilen Kıbrıslı Türklerin ötekileştirdiği grupları ele aldım. Bizim dertlerimizle, Türkiye’nin politikalarına karşı durumumuzla ilgili olarak çok yazıldı. Hâlâ da yazılıyor. Ancak Kıbrıslı Türklerin ötekileştirdiği ve öteki olarak adlandırılabilecek insanlarla ilgili tek bir kitap bile bu güne kadar yazılmadı. Elimizde sadece belli azınlık gruplarını ele alan birkaç makale var. Özellikle de kitap boyutunda bir çalışma hiç yapılmadı. Dolayısıyla ben bunu yapmaya çalıştım. Yoksa Kıbrıslı Türklerin nüfus veya dayatılan politikalar açısından mağdur olduğu konusunda ben de hemfikirim.”

“EN ÇOK DIŞLADIĞIMIZ ROMANLAR”

Gruplar arasında bana en ilginç gelenler Romanlar ya da halk tabiriyle Çingeneler. Dayıoğlu bu kişilerin aslında Hindistan kökenli olduklarını söyleyerek bu nevi şahsına münhasır insanların hikâyelerini anlatmaya başlıyor.

“Bu grup aslında azınlıklar içindeki en ilginç gruptur. 5. yüzyıldan itibaren orta ve kuzey batı Hindistan’dan göç ederek dünyanın farklı yerlerine dağılan Romanların bir kısmı orta çağın başlarında, önemli bir bölümü de Osmanlı’nın adayı fethi sırasında Kıbrıs’a geldi. Bu kişilerin çoğu Osmanlı yönetimi sırasında Müslüman olurken, Hıristiyanlara yakın yerlere yerleşenler Hıristiyanlığı seçti. Müslüman Romanlara “Gurbet”, Hıristiyan olanlara ise “Mandi” denilmektedir. Güneyde yaşayan ama Müslüman olanlar 1974’ten sonra Kıbrıslı Türklerle birlikte kuzeye göç etti. İlginçtir, 1960 Anayasası hazırlanırken Latinler, Marunîler ve Ermenilere hangi topluma katılmak istersiniz diye sorulmasına rağmen Müslüman Romanlara hiçbir şey sorulmadı ve Kıbrıslı Türk olarak kabul edildiler. Ancak Kıbrıslı Türk yöneticiler Romanları Kıbrıslı Türklerle kaynaştırmak istemediler. Örneğin 1963 Olaylarından sonra yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalan Romanlar Dikmen yoluna inşa edilen barakalara yerleştirilerek Kıbrıs Türk toplumundan tecrit edilmeye çalışıldılar. Romanlara yönelik ayrımcılık 1974’ten sonra da çeşitli alanlarda devam etti. Bu durum Romanlara bir yandan kimliklerini koruma ve yaşatma şansı da verdi. Çeşitli alanlarda ayrımcılığa uğrayan Romanlar haliyle işsizlik sorunuyla boğuştular. Baskılar gördüler. Değişen toplumsal koşullar da onların geleneksel yöntemlerle gelir elde etmelerini zorlaştırdı. Eskiden horoz dövüşü yaptıran, kebap şişi satan, kalaycılık yapan bu insanlar hayatlarını idame ettiremez duruma geldiler. Ayrımcı uygulamaların da etkisiyle 1994 yılından itibaren İngiltere’ye göç etmeye başladılar. İltica başvurusunda bulundular. 1997 yılında havayolu şirketlerinin bu insanları artık uçaklarına kabul etmemesinin ardından onlar da Yeşil Hat’tı kaçak olarak geçip güneye yerleşmeye başladılar. 2003 yılında kapıların açılmasının ardından ise daha yoğun şekilde güneye geçmeye başladılar. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi verilerinde Mayıs 2011 itibarıyla 860 Gurbet’in güneyde, özellikle de Limasol ve Baf’ta yaşadığı belirtilmektedir. Bu insanlar hep kuzeyden göç eden insanlar. Ada genelinde Romanların sayısının bin kadar olduğu söylenirken kuzeyde kalan sayı ancak birkaç yüz kişidir.” ALİ DAYIOĞLU