“Haber yaparken en çok dile hassasiyet göstermek önemli” – Sevda Alankuş

“Haber yaparken en çok dile hassasiyet göstermek önemli”

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu Sevda Alankuş… Daha sonra yüksek lisans ve doktora eğitimini Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi üzerine tamamladı. 1983 yılından bu yana İletişim Fakültelerinde akademisyen olarak çalışıyor. Kasım ayında Avrupa Komisyonu’nun davetlisi olarak “Toplumsal Cinsiyet Odaklı” habercilik konusunda önemli bir seminer verdi. Gazeteciler Birliği ve Avrupa Komisyonu’nun işbirliği ile düzenlenen seminere ilgi yoğundu. Alankuş Medya Dergisine’de verdiği özel röportajda biz gazeteciler için birer ders niteliğinde uyarılarda ve önerilerde bulundu.

“İyi gazetecilik ötekiler için de haber yapan alternatif gazetecilik olmalı”

Öncelikle Sevda Alankuş bizim için iyi gazeteciliği tanımını yapıyor. Nasıl habercilik yapmak, bizi iyi bir gazeteci yapar? sorumun cevabını şöyle veriyor.

“İyi gazetecilik hak odaklı, öteki odaklı gazetecilik olarak tanımlanabilir. Bu da yaygın medyada görmediğimiz bir şey. Hatta alternatif medyada bile çok karşılaşmıyoruz. Haber hakikaten yapısal olarak yanlı bir şey… Taraflı, bütün güç ilişkileri içerisinde güçlü olandan yana. Bütün hegamonik anlatılar gibi… Bu açıdan baktığımda benim derdim iyi gazetecilikten öte nasıl her zaman alternatif, farklı gazetecilik yapılabilir oldu. Bunu da çok kabaca anlatacak olursam hak ihlali yapmayan, hak ihlallerini takip ederek, kimseyi ötekileştirmeyen, ötekiler için de habercilik yaparak iyi bir gazeteciliğin tanımını yapabiliriz.”

“Haberciliği değiştirmeye dile hassasiyetle başlamak gerekiyor”

Alankuş tüm konuşmalarında ana akım medyayı eleştiriyor, haberlerin eril bir zihniyet tarafından yapıldığını ortaya koyuyor. Acaba bu durum evrensel bir sorun mu yoksa Türkiye’de ve kuzey Kıbrıs’ta bitmeyen erkeklik sorununun bir tezahürü mü?

“Bu farklı coğrafyalarda, kültürlerde, zamanlarda değişiklik göstermekle birlikte eril zihniyetle haber yapmak aslında evrensel bir sorun. Hem medyanın hegamonik erkekliği yeniden üretmesi anlamında, hem de dilin seksist yapısı anlamında. Dil çalışmaları yapanlar, bunu özel bir jargonla adlandırıyorlar dilin günlük hayattaki dili seksist bir dil. Aslında gazetecilikten önce gündelik hayatımızın dilini dönüştürmemiz gerekiyor. Her türlü insan ilişkisinde bunu yapmamız lazım. Spor tribünlerinden tutun da, kadın, erkek ilişkilerine kadar çocuklarla olan ilişkilere kadar dilimizi değiştirmemiz, dönüştürmemiz, bu seksist dili yerinden etmemiz gerekiyor. Medyanın zaten en kolay yaptığı şey, gündelik hayattaki dili yeniden üretmek; kadına, yaşlılara, LGBT bireylere dair basmakalıp tipleri var. Bu basmakalıp dili yeniden üretiyor. Bunu üzerinde düşünerek de yapmıyor. Kolaycılığından zaman azlığından yapıyor. Klişeleri kullanmak her zaman kolay oluyor. Böyle söylenmiş, böyle de söylenir gider şeklinde… Ama sonunda bakıyorsunuz o taraflı, ayrımcılık yapan, kadını aşağılayan, ikinci statüsünü yeniden üreten, ötekileştiren dil, yeniden üretilmiş oluyor. Bir haber yaparken bütün ilke ve kurallara hassasiyet önemli ama en çok da dile hassasiyet önemli, habercili değiştirmeye de oradan başlamak gerekiyor.”

“Şiddeti elbette konuşmalı ve tartışmalıyız”

Hep tartışılan bir konu var… Şiddeti tartışmak ve konuşmanın da şiddetin yeniden üretilmesine vesile olması… Bu iddianın gerçeklik payını uzmanı anlatıyor.

“Hayır bu durum şiddeti nereden konuştuğunuza bağlı. Şiddeti, onu provoke edecek bir şekilde konuşmuyoruz. Şiddetin nedenlerini anlamaya çalışıyoruz. Şiddeti bir sonuç olarak görmüyoruz. Öldürülen kadınların sayısını vermekten ibaret saymıyoruz. Neden öldürüldüklerini, burada devletin sorumluluğunu, yakın çevresinin eğitimin sorumluluğunu, medyanın sorumluluğunu tartışıyoruz. Bu nasıl baktığınıza, nasıl yaklaştığınıza bağlı, bu anlamda da şiddeti elbette konuşmalı ve tartışmalıyız.

“Önemli olan barışı getirmek için çabalayanlara mikrofon uzatmak”

Sevda Alankuş’a göre bir insanın barış gazeteciliği yapabilmesi için empatinden fazlasına gerek var. Barış gazeteciliği yapmak ötekiyle gibi düşünmeyi, öteki için düşünmeyi, ötekinin acısıyla ortaklaşmayı gerekli kılıyor.

“Barış gazeteciliğinin en önemli noktası, belki de gerçekleştirilmesi en zor olanı öteki için haber yapabilmek durumu. Hele de sıcak çatışma ortamında bunu yapabilmek çok zor. Ulusal medya diye bir kavram var ve bu ulusal medya ulusal çıkarları yazmak, söylemek için var. Ama barış gazeteciliği olması gerekene dair bir şey. Bu konuda ne kadar, ne yapıla bilinirse, onu da başarı hanesine eklemek gerekiyor. Benim takip ettiğim bu etik tartışmalarda şöyle bir ifade var. Ötekinin hatalarından da kendini sorumlu görerek yapılacak bir habercilikten bahsediliyor. Şimdi bu çok iddialı ve çok zor ama ötekinin ne dediğini dikkate alarak haberler yapılabilir. Anlatmaya çalıştığım Türkiye ile Suriye geriliminde, ya da kuzey ve güney Kıbrıs geriliminde gidip öteki tarafın resmi kaynakları ne söylüyorsa bunu haber yapın demek değil. Önemli olan her iki tarafta da, barıştan yana olanları öne çıkarmak, çatışmayı körükleyenlerin değil, barışı getirmek için çabalayanların sözlerine kulak vermek, onlara mikrofon uzatmak. Hatta belki de sadece bir gerilimden, savaştan en çok mağdur olana bakarak, kadınlara, yoksullara, çocuklara ve yaşlılara söz hakkı vererek, acının ulusu olmadığını hatırlayarak, ölüm acısının ortak bir acı olduğunu hatırlatmak. İşte bu yönünü yakalamaya çalışarak haber yapmak gerekiyor. Barış gazeteciliğinin, bu şekilde haber yapmanın, zor olduğunu biliyorum ama denemeye değdiğini düşünüyorum. Tüm zorluklarına rağmen bu şekilde haber yapanların olduğunu da görüyorum.”

“Türkiye’de haberlerin doğruluğunda bile sorun var”

Son zamanlarda yapılan bir röportajında Alankuş Türkiye medyası için barış gazeteciliğinde doksanlı yıllara doğru gerileme var diyor. Bunun yanında Türkiye medyasına dair kadının ele alınma durumunu da sorunlu gibi. Sonuçta Türkiye medyasında her yönüyle bir gerileme mi var, merak ediyorum.

“Bir habere dair en basit kural, doğru olmasıdır. Türkiye’de şuanda haberin doğruluğu dahi çok sorunlu, haberi okuyoruz ve hemen gidip teyitorg sitesine bakıyoruz. Özellikle de online medya da bu sorun var. Yılın sözcüğü de olmuştu ya post truth, nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu, gerçek ötesi de diyebiliriz buna… İşte bu tam da içinde bulunduğumuz durumu karşılıyor. Eskiden savaşta ilk kayıp gerçeklerdir denirdi. Şimdi savaş durumunda olmamamıza rağmen gerçek ilk kaybedilen şey durumda. Şimdi haberin doğru olması gibi en temel ilkesinin bile sorunlu olduğu dönemde Türkiye’de barış gazeteciliğinden, toplumsal cinsiyet odaklı habercilikten bahsetmek lüks gibi kaçabilir. Haberin tabii doğru olması da onu barış gazeteciliğine ya da toplumsal cinsiyet odaklı haberciliğe de uygun yapmıyor. Verinin nasıl kullanıldığı, nasıl işlendiği, nasıl çerçevelendiği de çok önemli. Ama haberlerin gerçekliğinin dahi olmadığı bir dönemde haberciliğin çok çok yara almış olduğunu söyleye bilirim. Tarafsızlık zaten hiç yoktu. Ben haberi her zaman yanlı bir şey gördüm. Tarafsız, objektifmiş gibi görünen bunu söyleyen ama öyle olmayan bir şey haber. Sıradan bir trafik kazası haberi düşünelim. Otoritenin dilini kullanırsanız başka, orada mağdur olan birini haber kanalı olarak kullanırsanız başka, veya konuya dair daha önce açıklamalar yapan, uyarılarda bulunan bir hak örgütüne sorarsanız bambaşka cevaplar alırsınız. Sonuçta kullandığınız haber kaynağı da çok önemli. Haber yaygın medyada artık yapılabilir olmaktan çıktı. Alternatiflere kaydı. Belki de her şerde bir hayır vardır ya buda öyle. Alternatif medya alanında haberciliği daha iyi yapan, daha iyi öğrenen çoğulculaşma olabilir. Ben öyle bir hareket de görüyorum bu mecrada ama online medyadan da bahsederken her zaman tereddütle konuşuyorum çünkü o da bu pazarın, haberin metalaşmasının bir sonucu olarak acayip bir reklam geliri oraya kayıyor. Yaygın medya orada, gazeteler kapanıyor oraya kayıyor, hatta yaygın medya gazetelerde yaptığından daha fazla hak ihlalini, özellikle de kullandığı fotoğraf ve içeriklerle bu alanda yapıyor. Sonuçta online medya, teknoloji bizi kurtarır demiyorum ama çeşitli habercilik inisiyatifleri geliştirmek anlamında imkanlar da sunuyor.”

“Her şeye rağmen Kıbrıs Türk medyasında iyileşme var”

Türkiye bu durumdayken Kıbrıs Türk medyasını da değerlendirmesini istiyorum. Biliyorum ki burada yaşamasa da haberlerimizi yakından takip ediyor. Acaba bizim durumumuz nasıl, iyiye mi kötüye mi gidiyor merak ediyorum.

“Son dönemde Kıbrıs Türk medyası benim burada yaşadığım yıllara göre daha iyi. Barış gazeteciliği aşağı yukarı Türkiye ile aynı zamanda Kıbrıs’ta da telaffuz edildi. Bununla ilgili o dönemde köşe yazıları yazan, Sami Özuslu, Cenk Mutluyakalı gibi gazeteciler de oldu. Bu konu benimsendi, artık bununla ilgili projelerde yer alıyorlar. Kuzey ve güney medyası bu konuda birlikte adım atıyorlar. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik konusunda da aynı şekilde bir ivme var. Hassasiyet gelişmiş, dili daha iyi kullanıyorsunuz. Türkiye’deki gibi sansasyonel başlıklar yok. Fakat şöyle de bir hata var, yeterli malzeme olmadığı zaman, haberin uzatılması kaygısıyla ya da kolaycılığa kaçarak polis bildirisine yer vermek yerine mesela gidip öldürülen bir kadının komşusuyla konuşsalar, masa başında habercilik yapmasalar… İşte o zaman o polis açıklamasını ya da mahkeme detaylarını da habere eklemek zorunda kalmayacaklar. Hele de online medyada özellikle de cinayet haberlerinde eden polisinin ifadesi, polis raporları sayfalarca gidiyor. Bunlara hiç gerek yok, yine de her şeye rağmen göreli olarak bir iyileşme var diyebilirim. Buna sevindim ama her zaman bildiğini okuyan gazeteleriniz de var. Onları bunun dışında tutuyorum.”