ZEKİ ERKUT “Anılarımıza sahip çıkmalıyız”

Zeki Erkut üçüncü romanı Serçe ile yine savaş teması ekseninde bir hikayeyi okurlarıyla buluşturuyor. Khora Yayınları’ndan çıkan kitap, bu kez Kıbrıslı Rum karakterler üzerinden savaş karşıtlığı bir duruş sergiliyor. Jans Mans Sokağı Çocukları ve Kral kitaplarında da yaşadığımız coğrafya üzerinden savaşı eleştiren yazar, kuşkusuz kendine ait dünya görüşünü de kitaplarına yansıtıyor. Serçe romanına dair detayları röportajımızda paylaşan Zeki Erkut, yeni bir roman üzerinde çalıştığının müjdesini de veriyor.

 

Zeki Erkut’un ilk kitabı Khora tarafından yayımlanan benim de okuduğum Halim Çileli’nin Fevkalade Serüvenleri olsa da, yazmaya başlama süreci çok daha uzun bir geçmişe dayanıyor.

“Yazın hayatına yabancı değilim. Lise yıllarımda başladım. Daha sonra üniversite yıllarımda, İstanbul’da gençlik dergilerinde yazılarım yayımlandı. 1978 yılında Politika Gazetesi’nde köşe yazarı oldum. Kıbrıs’a döndüğüm zaman da Yenidüzen Gazetesi’nin kurucuları, yazarları arasında yer aldım. Halim Çileli yazılarım 1980’lı yıllarda Yenidüzün’de başladı. Uzun süre devam etti. Benzer hikayeleri güneyde bulunan Kıbrıs Radyo Yayım Kurulu (RIK) radyosuna da verdim. Her hafta tefrika ettiler. Mizah ile ilgili yüzün üzerinde hikayem vardı. Halim Çileli’nin Fevkalade Serüvenleri için bir de kitap hazırladık daha sonra. Yirmi iki tane öyküyü orada bir araya getirdim. Diğerlerini de belki değerlendiririm. Ardından ikinci kitabım geldi. Uzun yıllardır aklımda olan bizzat yaşadığım bölgenin de içinde yer aldığı Jans Mans Sokağı Çocuklarını yazdım. Böylelikle roman yazmaya başlamış oldum.”

Kitapların devamını artık hep romanlar takip etti. Jans Mans Sokağı Çocukları ile edebiyat dünyasında yerini alan Zeki Erkut, Kıbrıs Türk edebiyatında önemli bir boşluğu da doldurmuş bulunmakta.

“Aslında özellikle romana yönelmedim ancak edebiyat alanını düşündüğümde roman türünde yazmanın biraz daha güç olduğuna karar verdim. Elbette diğer edebiyat türlerini de küçümsemiyorum ama bana roman yazmak uzun soluklu, zorlu bir serüven gibi geliyor. Ben de zoru sevdiğim için romanı seçtim sanırım. Jans Mans Sokağı Çocukları’ndan sonra okuyucular bana potansiyelimin  olduğunu hissettirdi. Oldukça beğenilen bir roman oldu. Tabii belgesel niteliğinde, gerçek karakterlerin anlatıldığı bir romandı. Kıbrıs tarihi içinde bilinen, gizli kalan tabu sayılan olayları anlatıyordu. Hatta ikinci baskısını da çıkardık. Ardından Kral geldi, o da çok ilgi gördü. Böylece daha bir motive oldum. Böylece üçüncü kitabımı da aynı enerji ile tamamladım. Serçe yine Khora Yayınevi tarafından basıldı, okurlardan yine olumlu geri dönüşler alıyorum.”

 

“Benden beklenen anılarımı yazmamdı”

Her ne kadar edebiyat türü olarak Zeki Erkut roman yazmayı tercih etse de siyasi geçmişi, yaşanmışlıklarından ötürü anılarını anlatmasını bekleyen bir kesim okur da yok değil…

“Anı yazmanın riskli yanları var. Gerek gençlik hareketleri, gerekse de siyasal geçmişime bakarak benden beklenen de oydu. Fakat ben inatla bu türde yazmaktan kaçındım. Her zaman inandırıcı olmazsınız. Benim yaşadığım olaylar, tanıştığım kişiler, anılarımız, kavgalarımız, siyasal mücadelelerim kimisi için sürpriz olacaktı. Bu sefer de belki de beni hayal dünyasında yaşamakla itham edenler olacaktı. Dolayısı ile bu tercihi yapmadım, roman yazmaktan da gayet memnunum. Fakat şunu söylemeliyim ki içimde kalan bazı konular var. Öyle yaşanmışlıklar var ki açığa çıkmalı, bilinmeli. Bugün bakıyorum sosyal medyada çok hasız eleştiriler, bilgisizce yapılan yorumlar var. Kendimi bu konularda yorum yapmamak için zor tutuyorum. Gerçeğini bilen benim. Söz konusu insanları tanıyan da benim. Dolayısı ile kendimi kahraman yerine koymayı düşünmedim ama dost çevrelerinde bazı olayları anlatınca da neden bunları yazmıyorsun tepkisini almaya devam ediyorum. Tarihimize geçecek çok yanları var mutlaka ama ben farklı bir alana girmeyi tercih ettim. Çok da mutluyum.”

“Savaşı yaşayan nesillerin yazacak başka bir şeyi yoktur”

Tüm romanları okuyan bir okur olarak belirtmek isterim ki üç romanın da aslında ortak teması var. Bir şekilde savaş, savaşın kötülü her üç kitapta da farklı karakterler, farklı bakış açılarıyla anlatılıyor.

“Teşhisiniz doğru üçünün ortak noktası da iki toplumun, Kıbrıs’ın kırılma noktalarından biri olan 1974 öncesi veya sonrası. Bizim toplumda en büyük sorunlardan biri. 1958, 1963, 1970, 1974’ü, savaşı yaşayan nesillerin zaten konuşup yazacak başka da bir şeyi yok. Ortak nokta tüm bu süreçlerde yaşanan acılar, dramlar, aşklar olacaktır. Bundan kaçmam mümkün değildi. Yine haklısınız kitaplarımda benim dünya görüşümü, politik algımı da yansıtan şeyler var. Olayları kendime özgü biçimde ele alış tarzım var. Mesela son roman Serçe’de savaşa karşı bir yaklaşımım var. Aynı zamanda aile olmanın anlamını ve dini de sorguluyorum. Savaştan kaçmanın korkaklık değil, korku olduğunu anlatmaya çalıştım. Kral kitabımda ise Leymosun’dan kaçmak zorunda kalan, ayrıldığı yerin özlemi ile yaşayan bir karakter var. Bunu hayatımın içinde ben de yaşadım. 1963 yılında biz de göçmen olduk. Lefkoşa’ya geldik. Bıraktığınız yer sizi tam anlamı ile terk etmezse, yeni gittiğiniz yerde sizi tam anlamıyla kucaklamazsa hep ortada kalırsınız. Ben Kral isimli romanımda da bunu anlattım. Bir Leymosun göçmeni Girne’ye taşınsa bile, tam olarak benimseyemez. Özlem hep onun içinde yaşamaya devam eder. Anılarımıza her zaman sahip çıkmamız gerek, biz anılarımıza sahip çıkmazsak hiç kimse çıkmaz.”

 

Tüm bu kitaplar her ne kadar yaşadığımız coğrafyadan esinlenilip hayat bulsa da aslında çok evrensel, çok insani yanları da var… Savaşın kötülüğü, insanlar üzerinde bıraktığı yıkıcı derin izleri, göçün yarattığı mecburiyetler, yurtsuzluk…

“Bir göç etme veya göçmenlik konusu her ülkede aslında aynıdır. Şimdi Suriye’den Türkiye’ye göçen bir insanın benden daha az acı çektiğini, benden daha az zorluk yaşadığını söyleyemem. Yine ekonomik, yine duygusal yıpranmalar söz konusu. Aile ortamını parçalayan bir olay. Göç edenlerin geride bıraktığı anılar… Basit gibi görünen bir fotoğraf bile ne denli önemlidir. Bilemezsiniz. Bir oyuncak, bir aksesuar…”

“Kelimeleri cümleleri defalarca elekten geçiriyorum”

Bana öyle geliyor ki Serçe’de diğer romanlara göre çok daha derin karakter analizleri söz konusu. İçimizden biri olmamasına bir Kıbrıslı Rum olmasına rağmen özellikle Serçe’yi ve etrafındaki karakterleri net olarak zihnimde canlandırabildiğimi hissediyorum. Bu da iyi bir romanın olmazsa olmaz unsuru…

“Ben biraz daha tevazu göstermek isterim. Tüm kitaplarımda derinlik, özgünlük yaratmaya çalıştım, elbette elimden geldiğince. Yine de romanlarımın üzerinde, karakterlerimin üzerine yoğun olarak çalıştığımı söylemeliyim tabii. Bazen aylarca sadece karakterleri yerli yerine oturtmak için çalışırım. Daha sonra yazmaya başlıyorum. Kelimeleri cümleleri defalarca elekten geçiriyorum. Beğenmiyorum, bir daha bir daha yeniden yazıyorum. Çalakalem yazmak istemiyorum. Yazın hayatında var olanlardan kendimi bu anlamda ayırabilirim. Çok emek harcıyorum. Yaptığım işe değer veriyorum. Okuyucuya saygı duyuyorum.”

Kendine özgü yazın sürecini anlatan Zeki Erkut, her romanın aslında sondan yazıldığına dikkat çekiyor.  

“Her romancının kendine göre prensipleri, alışkanlıkları, yeteneklerini ortaya çıkarma yönünde çalışmaları vardır. Ben ilk başta yazmaya başlamak adına bir nüve arıyorum. Bu küçük bir çiçek, resim, kadın veya müzik olabiliyor. Bu durum bende bir duygu yaratıyor. Serçe karakterine verdiğim isim örneğin, evin bahçesinde çalışırken önüme gelen bir serçe sayesinde doğdu. Böyle zayıf, cılız, narin bir yaratık. Bende neden böyle bir karakter yaratmayım diye düşündüm. Özüne baktığınız zaman kaçma, kovalamaca var. Gençlerin Girne dağlarındaki savaştan kaçarak, kurtulma çabası var. Hikayeleri oturduğum yerde düşünerek yaratmıyorum. Bana gelen duygularla yaratıyorum. Konuya, içeriğe karakterlere karar verdikten sonra da artık hikayenin sonunu görmeye çalışıyorum. Birtakım yazarların da iddia ettiği gibi roman sondan yazılır. Ben her üç romanda da hikayeye başlarken sonunu da görüyordum.”

 

Röportaj fotoğrafları: İbrahim Erben