Bellapais’lı barışsever sanatçı Andreas Charalambous
Bellapais’lı barışsever sanatçı Andreas Charalambous
Andreas Charalmbous Kıbrıs’ın en önemli ressamlarından. Onu özel kılan resim kabiliyeti yanında hayatı boyunca yaşadıkları, belki de acıları… Bellapais’e, en özel anlarını sakladığı yere, kırk yıl gidemese de hayatının eksenine sanat barıştır şiarını yerleştirmeyi başardı. Uzun bir bekleyişin ardındansa en büyük hayali gerçek oldu… Resimlerini bu kez, kalbinin heyecanla çarptığı Bellapais Manastırı’nda sergiliyor. Charalmbous’un eş zamanlı olarak Art Rooms Galeri’de de açılan, her iki sergisi 5 Ocak tarihine kadar ziyaret edilebilecek.
“Ressam olmayı seçmemde Bellapais’in etkisi büyüktür”
Öncelikle onu biraz hüzünlendirsem de çocukluğunu konuşuyoruz…
“Annem Bellapais’te doğdu, babamla evlendikten sonra Lefkoşa’da yaşamaya başladı. Ben de Lefkoşa’da doğdum ama büyükannem, büyükbabam, kuzenlerim, teyzelerim, dayılarım hepsi Bellapais’te yaşamaya devam ettiği içi sık sık köye giderdik. Zaten annemin babası, büyükbabam Rahip Konstatinous, Bellapais Manastırı’nın son başpiskoposuydu. Kırk yılı aşkın süre orada çalıştı. Hatta şimdi manastırın simgesi olan avludaki dört servi ağacını da o dikti. Bende 1920’li yıllardan kalma babamın çocukluğundan bir fotoğraf var ki, manastırın avlusunda serviler henüz yoktu. Hatta bu fotoğraf 1928 yılının National Geographic dergisinde de kullanılmıştır. Bellapais çocukluğumda çok güzel bir köydü. Sanırım ressam olmayı seçmemde Bellapais’in etkisi büyüktür. İlkokuldan itibaren resim yaptığımı, sürekli köyümün güzelliklerini resmetmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Ayrıca ergenlik çağımda en büyük zevkim, bisiklet ile Bellapais’ten Lefkoşa’ya gidip dönmekti. O yıllarda şimdi söz konusu güzergahta askerin bulunduğu, Beşparmak dağlarının içinden geçip Ciklos’a bağlandığımız bir yol vardı. Bu kestirme yol sayesinde köye gidip gelmek benim için çok kolaydı. Köyle olan ilişkim 1963 yılına kadar devam etti. Daha sonra ancak 2003 yılında geçişlerin başlamasının ardından Bellapais’i yeniden görebilme şansına sahip oldum.”
“Sovyetler Birliğinde çok iyi eğitim aldım”
Üniversite eğitimi için adadan ayrılan ve Rusya’ya, Sovyetler Birliği’ne giden Charalambous, o yıllarda gerçek bir komünist ülke olan Rusya’da yaşadığı sanatsal deneyimleri anlatıyor.
“Lise eğitimimi tamamladıktan sonra Moskova’ya Sourikof Güzel Sanatlar Okulu’na gittim. Oradaki ilk yılım Rusça öğrenme çabasıyla geçti. Bir yılda dili öğrendikten sonra artık güzel sanatlar, ülke tarihi ile ilgili konferanslara katılabiliyor muazzam bir eğitim alma şansı yakalıyordum. On yıla yakın bir süre Moskova’da yaşadım. Eğitimim sadece resim ile ilgili değildi. Mimari ve anıtsal sanatı da kapsıyordu. Ben orada eğitimimi sürdürürken adada bambaşka süreçler yaşanıyordu. Maalesef ada kuzey ve güney olarak bölünmüştü. Bu durum herkes gibi beni de çok etkilemişti. Hatta bu nedenle bitirme tezi olarak Kıbrıs 1974 isimli bir çalışma hazırladım. Bu çalışma Sovyetler Birliği’nin en seçkin galerilerinde sergilendi. Çok ilgi gördü. Mezuniyetimin ardından Moskova’da çok iyi şartlara sahip olmama rağmen Kıbrıs’a döndüm. İnsan ülkesinin politik şartları kötü olunca, bir şeyler yapmak ister. Bir süre liselerde öğretmenlik yapmaya çalıştım yapabileceğim bir şey yoktu. Yeniden Rusya’ya döndüm. Üniversitedeki hocalarımdan birinin asistanı olarak çalıştım. 1980 yılında Kıbrıs’a temelli döndüm. Döndükten sonra artık okullarda öğretmenlik yapmak yerine kendi atölyemi açarak, resim eğitimi veren bir okul kurdum. O günden bu güne Kıbrıs’ın güneyindeki genç ressamların yarısının benden ders aldığını söyleyebilirim.”
“1997 yılında ilk kez Kıbrıslı bir Rum ressam, kuzeyde sergi açtı”
1999’dan 2019 yılına dek yaptığı çalışmaları kapsayan retrospektif sergisini konuşmadan önce, 1997 yılına gitmek istiyorum. Biliyorum ki bu sergi onun Kıbrıs’ın kuzeyinde açtığı ilk sergi değil.
“Çok doğru 1997 yılında o zamanki belediye başkanı Oktay Kayalp bana ulaştı. Aslında yazar ve yakın dostum olan Mehmet Yaşın ile Panikos Peonidis’in Barış Konseyi’nin uluslararası toplantısını organize ettiği dönemde tanışmıştım. İyi dost olmuştum. Böylece Oktay Kayalp’de bana Mağusa’da bir sergi açma fikriyle ulaştı. Doğrusu çok sevinmiş ve heyecanlanmıştım çünkü yaşadığımız onca politik çalkantının ardından Kıbrıslı Türk sanatseverlere ulaşmak benim için çok önemliydi. Dünyanın pek çok yerinde, adanın güneyinde o güne kadar sergiler açmıştım ama kendi topraklarımın bir diğer parçasında sergi açamamıştım. Fakat bu sürecin düşündüğümden çok daha zor olduğunu söylemem gerekiyor. Birleşmiş Milletler maalesef bize bu konuda hiç yardımcı olmadı. Oktay Kayalp çok çaba sarf ederek, resimlerimin önce bir kamyon ile Ledra Palas’a sonra başka bir kamyon ile, adanın kuzeyine, Mağusa’ya taşınmasını, geri götürülmesini sağladı. Hiç unutmuyorum serginin açılışında en az beş yüz kişi vardı. Sergiyi Baf’tan arkadaşım sanatçı Mehmet Ulubatlı ile birlikte açmayı başardık. Otuz kadar Kıbrıslı Rum dostum da izin alarak otobüsle sergiye katılmıştı. Çok duygusal bir geceydi. Oradaki insanların kucaklaşmasını, sarılmasını unutmamam, 1974 yılından 1977 yılına dek böyle bir şey hiç yaşanmamıştı. Kariyerim için de önemli bir dönüm noktası oldu. Daha önceden Pile’de, Ledra Palas’ta yapılan iki toplumlu gruplara zaten katılıyordum ama o geceden sonra sanatsal anlamda da Kıbrıslı Türk kardeşlerime ulaşmış oldum. 1999 yılına geldiğimizde de İsveç’te Gotland şehrinde 27 Kıbrıslı sanatçı olarak ortak bir sergi açtık. UNESCO’nun girişimi ile oraya gittik, bir hafta kaldık. Ben ilk kez Kıbrıslı Türk sanatçılarla tanışma şansına sahip oldum. Kimler yoktu ki orada. Emin Çizenel, Fikret Demirağ, Ruzen Atakan, Gürgenç Korkmazel, Aşık Mene… Bu şehir bize çok güçlü, güzel dostluklar kazandırdı. Daha sonra Gotland’da Emin birlikte de sergi açtık. Büyükada’da, Bodrum’da sergilerim oldu.”
“Bellapais’in ihtişamı yanında benim sanatsal yaratıcılığımın önemi yoktu”
Andreas anlattıkça benim gözlerim doluyor, sonunda Bellapais Manastırı ve Art Rooms’da eş zamanlı olarak açılan, kendisinin tüm sanat hayatını konu alan, biyografi niteliği taşıyan sergisini de anlatıyor…
“Geçişlerin başlamasının ardından sıklıkla Bellapais’e gelmeye başlamıştım. Bazı gelişlerimde manastırda açılar resim sergilerine şahitlik ediyordum. Aklımda hep bir gün ben de burada sergi açsam fikri dolaşıyordu ama binanın güzelliği, büyüleyici, mistik, heybetli duruşu karşısında benim resimlerimin önemsiz birer detay olarak kalacağından da endişe ediyordum. Binanın ihtişamı yanında benim sanatsal yaratıcılığımın ne önemi vardı ki, bir önemi yoktu. Bu fikrimi ilk olarak sevgili dostum Emin Çizenel’e açtım. Emin benim için bu konuda girişimler başlattı. Oya Silberi ile görüştü. Böylece Art Rooms galeride küçük ebatlı resimlerimi sergileyeceğimiz, Bellapais’te ise büyük ebatlı resimlerimi sergileyebileceğime karar verdik. Böylece yurttaşlarıma sanat hayatımın bütününe ilişkin bir fikir verebilecektim. Her detayı Oya Silberi organize etti. Benim için Bellapais’de sergi açmak çok duygusal anlamları da içinde barındırıyordu. Bu hayalimi gerçekleştirebilmekten ötürü çok mutluyum.”
“Yirmi yıllık çalışmalarımdan oluşan retrospektif sergisi açtık”
Sanatçının bu güne kadar yaptığı pek çok farklı eserleri bu sergiyle görme şansına sahip oluyorum. Antik Yunan mitolojisi ’den, kadın figürlerine, Kapraz’dan Apostolos Andreas Manastırı’na giden yol üzerinden gerçek üstü bir coğrafyaya, baskın olarak göze çarpan Kıbrıs’ın doğasına müthiş bir ihtişam içinde şahitlik ediyorum.
“Sergi için belli bir konusu var diyemem haklısınız. Çok farklı eserlerden seçme yaptık. 1999 yılından başlayarak 2019 yılına dek seçtiğimiz eserlerim var. Antik Yunan Mitolojisi’ne her zaman çok ilgi duydum. Çağımızın sorunlarına cevap bulmak adına felsefi konulara zihin yordum. Çizimler yaptım. Tüm bunlar yanında geçişlerin başlamasının ardından Karpaz bana ilham veren özel bir coğrafya oldu. Zaten doğa sevgimden ötürü her zaman doğadan esinlenmişimdir ama Karpaz’ın duygusu bambaşka oldu. Karpaz’ın öyle özel bir dokusu, öyle özel taşları var ki. Kendilerince doğada bir gel git duygusu yarattıklarına karar verdim. Τραβώ çekmek, σκουντώ itmek kelimelerinden Travacounda diye bir ifade yarattım. Nemin, suyun, rüzgarın taşlaşmış kum taneleri üzerinden düşen zerreciklerden oluşturduğu tepeler gibi… Gerçek üstü bir durum. Bunun dışında kadın konulu eserlerime de sergide yer verdik. Kadın benim için her zaman çok özel bir varlıktır. Sevgi ve şefkatle üzerinde çalıştığım kadın bedeninin estetikliği ile çizgilerimi buluşturduğum çalışmalardır. Ölü doğa ismini verdiğim bir başka eserlerimde de benim doğa sevgimi yansıtır. Hala bu alanda çalışmaya devam ediyorum. Bu çalışmalarımda Kıbrıs’ın tecrit edilen, kaybolan, yok edilen doğal alanlarından etkilendim.”
“Sanat barıştır”
Sanata dair güçlü bir şiarı var Andreas Charalambous’un; SANAT BARIŞTIR diyor… Buradan yola çıkarak serginin en etkileyici resmi Benim Bellapais’im isimli eserini konuşuyoruz.
“Her sanatçının hayatındaki tüm çabaların vardığı noktanın barış olması gerektiğini düşünmekteyim. Ben de hep bunun için çalıştım. Benim Bellapais’im konulu resmim elbette benim için de çok değerli bir eser. Bellapais’im, köyüm. Aslında buradaki aitlik ifadesini çok sık kullanmamaya çalışıyorum. Her ne kadar ait olduğum yer Bellapais olsa da artık burada bana ait hiçbir şey yok. Yine de 73 yıldır Bellapais’e kalben bağlı olarak yaşıyorum. Bu resimde manastırı servi ağaçlarını ve yanına da bir bisiklet çizdiğim. İşte o benim çocukluğumda gidip geldiğim bisikletim. Benim için çok özel bir anı. Resmin üst kısmına ise ipin üzerinde yürüyen bir cambaz çizdim. Bir sanatçının ne yaşarsa yaşasın dengede durması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bir sanatçı her zaman yüksekte olmalı tabii ama ipin üzerinde yürüyebilecek kadar da dengede durabilmeli. Hayatım boyunca ben bunu başarabildim demiyorum ama hep bunun için çalıştım. Bu resimden başka anlamlar da çıkabilir. Ülkemin birleşmesi için politik olarak gösterdiğim uğraş, tüm yaşadıklarıma rağmen dengede durmak için verdiğim çaba… Sanatın barış anlamı da çıkabilir diye düşünmekteyim.”
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!