“Oyuncunun yaşı yoktur” – Deniz Çakır
“Oyuncunun yaşı yoktur”
Deniz Çakır aslında hepimizin çok aşina olduğu ancak hikayesi hiç anlatılmayan, hiç dile gelmeyen tiyatro sanatçılarımızdan… Kıbrıs’a ilk gelişi1978 yılında denk uzanırken, kırk bir yıldan bu yana adada yaşıyor. Sanatını bu topraklarda icra ediyor. İlk kez Salamis otele piyanist olarak gelen sanatçı, o günden bu güne geçen hayatını bir solukta bizimle paylaşıyor.
“Babam, tiyatronun sonu hicrandır derdi”
Deniz Çakır’ı biraz daha yakından tanıyoruz, çocukluğuna tiyatroya nasıl başladığına kulak veriyoruz. O günleri geçmişe dalarak bizimle paylaşıyor.
“1941 yılında İstanbul’da doğdum. İkinci dünya savaşının en civcivli olduğu yıllardı. Hitler orduları Yunanistan’ı işgal etmişti. Hala annem ve babama böyle bir dönemde nasıl çocuk dünyaya getirdiler diye şaşıyorum. Yokluğun olduğu, mutlu bir ailede büyüdüm. Ailem eğitime çok önem verirdi. Tiyatro ise küçüklüğümüzde yasaktı. Sadece sinemaya gidebilirdik. İzlediğim ilk film Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerdi. Çizgi filimdi, salonun tıklım tıklım dolu olduğunu hayal meyal hatırlıyorum. Sinema çok hoşuma giderdi. Öte yandan tiyatro ile ilkokul üçte karşılaştım. Şehir tiyatrolarının çocuk oyunu vardı, çok renkli, büyülü bir salonda, renkli müzikli bir çocuk oyunu izlediğimi hatırlıyorum. Tiyatro oyuncusu olacağım çocukken aklıma hiç gelmezdi. Yaşımız büyüyünce babam zaten tiyatro ile ilgilenmemizi hiç istemedi. Tiyatronun sonu hicrandır derdi. O yıllarda star sistemi vardı, star olan kadın oyuncular, yaşları geçtikçe gözden geçer psikolojik yıkıntıya uğrardı. O nedenle de liseden sonra üniversite için arkeoloji bölümüne gittim. İkinci yılımda kız kardeşim amatör bir tiyatroya yazıldı ve beni de yazdı. Gidişim o gidiş oldu. İlk kez bu şekilde tiyatroda rol aldım. Önemli bir sanat eleştirmenini de dikkatini çektim. Böylece konservatuar sınavlarına girdim. Üniversite eğitimime konservatuarda devam ettim. O zaman İstanbul Belediye Konservatuarı’ydı adı.”
“Dostlar Tiyatrosu’nda aralıksız on yıl çalıştım”
Yüksek öğrenimini tiyatro üzerine tamamlayan sanatçı, ilk yıllardan itibaren Türkiye’nin önde gelen tiyatrolarında çalışmaya başladı, ta ki yolu Kıbrıs’a düşene dek…
“İlk yıl, Ülvi Uras ile çalıştım. Ardından bunu Dostlar Tiyatrosu takip etti. Ben çok da iyi piyano çalıyordum. Onların da piyaniste ihtiyacı vardı, piyano çalarak Dostlar tiyatrosuna başladım. Fakat her zaman ben tiyatrocuyum derdim. Bir süre sonra bana Rosenbergler Ölmemeli isimli oyunda rol verdiler. On yıl kadar Dostlar Tiyatrosu’nda devamlı çalıştım. 1987 yılına geldiğimizde tiyatroya ara vermeye karar verdim. Biraz bunalmıştım. Hayatımı piyanist olarak kazanmaya karar verdim ve önüme Kıbrıs’a gitme teklifi çıktı. Hayatımda Kıbrıs’a gelmemiştim. O zamana dek adayı 1974 de yaşanan harekat dolayısıyla işitmiştim.”
“Kıbrıs’a ilk geldiğimde Salamis Otelde piyanist olarak çalıştım”
Tamamen bir tesadüf sonucu kendini Kıbrıs’ta Salamis Otel’de piyanist olarak bulan sanatçı, bir tesadüfün onu bu günlere nasıl taşıdığını şöyle anlattı.
“1974 yılında ben Kıbrıs nedeni ile karartmalar yaşadığımızı hatırlıyorum ancak asaya dair bilgilerim çok sınırlıydı. Seçmelere İstanbul’da katıldım. Bana Kıbrıs’a Salamis Otele gider misin dediler, tamam dedim. Hiç bilmediğim bir yere gitmeyi böylece kabul ettim. Yeşilada feribotu ile böylece Kıbrıs’a geldim. Geldiğim gün hiç unutamam, Salamis otelde grev vardı… Daha sonra grev kalktı ve ben üç ay Salamis otelde piyanist olarak çalıştım. Burada olmak hoşuma gitmişti. Türkiye’de herkes Kıbrıs’ta savaş var sanırken, ada Türkiye’den daha güvenliydi. Çok sakin, hayatın ucuz olduğu bir yerdi. İnsanlar çok iyiydi, çok yardım severdi. Yolda otostop çekerdim, marketten üç limon alırdım, benden para bile almazlardı. Bunlar İstanbul’da alışık olduğumuz şeyler değildi.”
“Belediye Tiyatrosu sahnesinden olan oyuncuların çoğu benim öğrencim”
Kıbrıs’ta tiyatroya devlet tiyatrolarında başlayan Çakır’ın ilk oyununu hala hatırlıyorum. Hilmi Özen’le oynadığı Adamın Biri oyunu hala unutulmazları arasında…
“Salamis otelde işim bittikten sonra tekrar piyanist olarak iş bulamadım. Müzik öğretmeni olmak istedim ama olmadı. O yıllarda Hilmi Özen devlet tiyatrolarının müdürüydü. Ben de böylece devlet tiyatrolarına başvurdum. Konservatuar mezunu olduğum için beni hemen işe aldılar. İlk oyunum Adamın Biri oyunuydu. Daha sonra da pek çok oyun oynadım ve 2001 yılına, emekli oluncaya dek orada çalıştım. Bir süre emekliliğin etkisiyle oyunculuğa ara verdim. Oyuncunun yaşı yoktur aslında. Böylece Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda arkadaşlarımın vasıtasıyla çalışmaya başladım. İlk başta piyanist olarak çalıştım. Daha sonra yaşıma uygun oyun oldukça bu oyunlarda rol almaya devam ettim. Hala da devam ediyorum. Belediye tiyatrosunun şu anki ekibinin çoğu benim öğrencim sayılır. Bir dönem devlet tiyatrosunda çalışırken liselere gider, öğrencilerin oyunlarını izler, yetenekli çocukları konservatuara hazırlardık. Bugün Lefkoşa Belediye Tiyatrosu sahnesinden olan oyuncuların çoğu benim bu şekilde öğrencim oldu. Bundan da büyük gurur duyuyorum.”
“Hayat bir kapıdan girip ötekinden çıkmak gibi”
Elli yılı aşkın bir süredir tiyatro ile uğraşan sanatçı, kırk yıldır Kıbrıs’ta yaşıyor. Tiyatro sanatçılığı ile hayatını idame ettiriyor. Hala gençlere tiyatro sanatını sevdirmek için canla başla çalışıyor. Son olarak Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun Hayalet Kumpanya oyununda rol alan sanatçı, zaman içinde kendini daha çok bir Kıbrıslı gibi hissettiğini söylüyor.
“Türkiye’de olduğumdan daha uzun süredir Kıbrıs’ta yaşıyorum. Elli yılı aşkın bir süredir tiyatro ile uğraşıyorum. Bunun kırk yılı Kıbrıs’ta geçti. İnsanın sevdiği mesleği yapması çok güzel bir şey, ben hayatım boyunca sevdiğim meslekte çalıştım. Sanatçı tarafım çok kuvvetliydi, bu yeteneğimi değerlendirdim. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu bünyesinde çocuklara da eğitimler veriyorum. Bu yıl da 8-10 yaş grubu bir çocuk ekibiyle çalıştım. Bu çalışmanın sonunda Gerçeği Arayan Can Dost isimli bir oyun sahneledik. Oyunu ben yazıp, yönettim. Çocuklara hayal kurmanın önemini, çevreyi korumanın değerini anlatmaya çalıştım. Görüştüğüm velilere de her zaman çocuklarını rahat bırakmalarını söylüyorum. Bir çocuğun sanat yönü kuvvetliyse sanatla uğraşmalı. Bu tiyatro olabilir, müzik olabilir, resim olabilir, ne olduğu önemli değil. Sanat her zaman hepimizin hayatını çok besleyen bir alan… Ben doktor veya mühendis olsaydım sanırım para kazanamayacaktım, üstelik mutlu da olamayacaktım. Ben bu meslekte elli yıl boyunca çok para kazanmadım ama kendimi, ruhumu doyurdum. Çok mutlu oldum. Hayat aslında bir kapıdan girip, diğerinden çıkmak gibi çok kısa bir sürede geçiyor, gidiyor. Sonrasında geriye kalan, mezar taşınızın üzerine yazılan oluyor. İnsan hayatı evreni düşündüğümüzde zaten nedir ki, koskoca bir evrende biz neyiz ki. Esas amaç yaşadığımız müddetçe kendi küçük çevremizde bir şeyler yapabilmek. Yoksa bu hayatta şimdi varız bir anda yokuz.”