“Mutluluğun formülü, neysen onu yaşamak” Aret Vartanyan

Aret Vartanyan ile Kasım ayında İstanbul Kitap Fuarı’nda tanışmıştık. O güne kadar yazdıkları ilgimi fazla çekmese de kişiliğiyle beni ilk andan etkilemeyi başarıyor. Devamında kitaplarını okumaya, onu daha iyi anlamaya başlıyorum.  İnsan sevgisi herkese örnek olması gerekirken Ermeni oluşu kusur gibi hep onun karşısına çıkıyor. O ise inadına ön yargısız insana bakma ve etiketlerden arınmayı salık veriyor.

Aret’in farklı kültürlerden geliyor oluşunun hayatında büyük önemi olduğu kanısındayım. Hatta onu bu günlere getiren durum biraz da burada saklı.  

“Aslında beni ben yapan, yaratıcılığın artmasına neden olan çok önemli iki öğe var. Biri ailemin çok karışık olması; anne Rum, baba Ermeni, babaanne Musevi, anneannem İtalyan, dedem Rus, kuzenlerim Ülkü Ocakları Başkanı… Çok karışık bir aileyiz. Bir de İstanbul’da Beyoğlu’nda büyümüş olmam, çok farklı kültürlerin İstanbul’un mahalle kültürünün son demini yakalamış olmam önem teşkil ediyor. Bunların benim hayatımda yeri ayrı ve çok önemlidir. Özellikle de insana ön yargısız bakmamı ve etiketlerin arkasındakini görme noktasında tüm bu yaşadıklarım benim artılarımdır diyebilirim.”

 “KENDİMİZİ DEĞERSİZ HİİSEDİYORUZ”

Yaşam Atölyesi çalışmaları Aret’in kitapları yanında bir diğer önemli çalışması. Bu atölyelere katılan insanlar hem kendileri olmayı hem de başkalarını oldukları gibi kabul etmeyi öğreniyorlar.

“Doğru söylüyorsunuz. Yaşam Atölyesi 2008 yılında beş kişi ile kuruldu. Herkes de benimle dalga geçiyordu. İnsanlar artık daha kısa yollar arıyor. İnsanlar bana duyguymuş, sevgiymiş geç bunları diyorlardı. Bugün geldiğimiz noktada ise üye sayımız Türkiye’de 1.5 milyonu geçmiş durumda. 257 bin katılımcı sayısını da aşmış bulunmaktayız. Yurt dışına açılmaya başladık. İki yıl önce Amsterdam ofisini açtık. Bu yıl Londra Ofisi açılıyor. Gittikçe yayılıyoruz. Artık kendi eğitmenlerimi de yetiştirmeye başladım. Kadir Has Üniversitesi ile birlikte on aylık bir sertifika programımız var.”

Tüm bu programlar ile insanların hayatında hemen fark yaratabilecek çözümleri paylaşmaya çalıştığını açıklayan Aret, sözlerini kocaman bir gülümsemeyle sürdürüyor.

Biliyorsunuz bugün herkes yaşam koçu oldu. Ben yaşam koçu değilim. Guru falan da değilim. Sadece kendi yaşantımda aşmam gereken şeyleri yapıyorum. Burada yapmaya çalıştığım önce temel değerleri yeniden hatırlamak ve hatırlatmak. Çünkü biz kendimizi değersiz hissediyoruz. Kendimizi sevilebilir görmüyoruz. Sevilmek için sürekli yarışmak ve bir şeyler yapmak zorunda olduğumuzu hissediyoruz. Bunları yaparak karşımızdaki insanın istediği insan olduğumuzu zannediyoruz. Bunların hepsinin öncesinde herkes özel ve olduğu gibi de çok değerli. Ben insanlara ve katılımcılara bunu vermeye çalışıyorum. Böylece diğer başarılar zamanla geliyor. Ancak ilk başarı insanın kendi yüreğine, kendi hamuruna nasıl yaşamak istiyorsa onu inşa etmesi ile başlıyor. Yoksa bir şeylere benzemeye çalışarak yaşamanın hiçbir anlamı yok. Benim başlangıç noktam orası. Bugün Türkiye’nin dört bir yanına gidiyorum. Elazığ’a da Yozgat’a da Mardin’e de… Her yerden binlerce insanla buluşuyoruz. Aslında hepimiz hayatta aynı şeyi arıyoruz. Gece yatağımıza huzurla girip, sabah coşkuyla uyanarak olduğumuz gibi yaşayabilmek ve istediğimiz hayatı ortaya koyabilmeyi istiyoruz.”

Galiba insanlar yaşam atölyelerine tam da bunun için katılmalı diyorum. Gülüyoruz…

“İnsanlar yaşam atölyelerimize her şeyden önce kendini bulmak için gelmeli. Eğer hayatlarında bir şeyler eksikse örneğin işim, hayatım ters gidiyor olabilir, ilişkilerimde sorunlar yaşıyor olabilirim. Ancak bu boyutta tek gerçeklik var. Bizim bu bedende tek bir hayatımız var. Ne zaman öleceğimiz belli değil. Hayatımda kendimi iyi hissetmem, kendimi gerçekten gerçekleştirmem ve gerçekliğimi yaşıyor olmam çok değerli. Bunlar için de yaşam atölyesine gelmem gerek. Hepimizin tek bir hayatımız var ve biz bu hayatı ya annemiz, babamızın isteklerini yerine getirmek için ya eşimizin istediklerini yapmak için ya da toplumun önümüze koyduğu kurallara uymak için o başarı kriterlerine uymak için yaşıyoruz. Mesela bugün iyi işin, iyi kariyerin, iyi evliliğin varsa sen başarılı olarak anılıyorsun. Aksi ise başarısızlık gibi. Oysa bir tek başarı var; insanın yüreğindeki gerçek kılması. Eğer hayatında bir şeylerin eksik olduğunu ve bir şeylerin yetersiz kaldığını hissediyorsan gelmelisin.”

Yazılarında insanın kendi olması ve anı yaşamasına odaklanan Aret’in hayata mutluluğun formülünü bulmuş gibi bir bakışı var.

Mutluluğun formülü gerçekten neysen onu yaşamandan geçiyor. Sevmediğin işi yaparken mutlu olamazsın. İçinde olmak istemediğin bir ilişkiyi yaşarken mutlu olamazsın. Daha uç bir örnek vereyim. Eğer sen sadakate ya da tek eşliliğe inanmıyorsan evlenemezsin. Evlenirsen de evli kalamazsın. O evlilikte ölürsün. Ya da eşcinselsen heteroseksüel hayatı yaşayamazsın. Sen ne isen o olmalısın. Bunu yaşamalısın. Mutluluğun formülü aslında budur. Dışarıda aslında hiçbir şey yok. Her şey bende, kendi içimizde bitiyor. O noktada da mutluluk peşinden koşacağımız bir şey değil. Anda yaşamak çok klişe bir laf oldu ama gerçeği şudur. Şu anda biz sizinle burada oturuyoruz. Konuşuyoruz. Buradan çıktığımızda ikimizin de sorunu işi olabilir. Ancak şu anda benim için hayattaki en önemli şey şu an seninle burada olmak. Az sonra kafama düşen bir şeyle ölebilirim. Biz ya geçmişte ya da gelecekte yaşıyoruz. Bir türlü olduğumuz yerde olamıyoruz. Evdeyken işi, işteyken evi düşünüyoruz. Oysa hayat sadece şu andan ibaret.”

“KİŞİSEL GELİŞİMLE ROMAN BİRLEŞİYOR”

Okuyucularıyla yakında yeni ve farklı bir kitapla buluşuyor. Kitabının detaylarını paylaşırken ilk kez romanla kişisel gelişimi harmanlıyor.

“İlk kez yeni kitapla ilgili size konuşuyorum. Beş kitabın ardından kendimi bambaşka bir noktaya çekiyorum. Bu yıl kişisel gelişimi tiyatro ile birleştirdim. Gelecek yıl sinema ile birleştirmeyi hedefliyorum. Bu kitapla da edebiyatla kişisel gelişimi birleştiriyorum. Dört ciltlik bir roman serisi planlıyorum. İlk cildi çıkıyor. Her bir cilt birbirinden bağımsız olacak. Batın görünmeyen ile görünene zahiri birleştiriyorum. Bir günlük hayatımız var, bir de insan ve onun ötesi var. Bunu yaparken de kadim bilgilere, Ezoterizm’e ve dinler tarihine yönelik yoğun çalışmalar yaptım. Sadece kitap okumadım. Aynı zamanda o ezoterik grupları, farklı mezheplerin farklı felsefi düşüncelerin temsilcileriyle de bir araya gelip kendi sentezimi çıkarım. Kitapta iki kurgu var. Bir tarafta on derece şaşırtıcı mistik bir yolculuk ve şaşırtıcı hikayelerle derin felsefeye eğlendirerek sıkmadan hayal gücünü zorlayarak gitmek var. Diğer tarafta ise günlük hayatta hepimizin kendinden ve çevresindeki insanlardan kendinden bir şeyler bulabileceği aşka bir kurgu var. Hikaye iki paralel öykü ile devam ediyor. Bir roman oldu böylece. İsmi ‘Gitme Zamanı.’ Eğer bugüne kadar yürüdüğün tüm yollar aynı yere çıktıysa yeni bir yol bulmak için gitme zamanı. Cehennemden korkarken cenneti bulamazsın. Ben artık çıtamı da yükselterek çok daha fazla ne yapmak istersem onu ortaya koyuyorum. Şu an edebiyatla bunu yapıyorum. Sırada sinema da olacak.”

Roman kurgu olmakla birlikte onun görüp, yaşayıp deney imlediği hikayelerden de izler taşıyan bir eser var önümüzde…

“Tabii hikayem kurgu ama sonuçta oradaki tüm karakterler gerçek ve altını çiziyorum ki sen de kendini göreceksin, etrafındaki insanları dostunu, anneni, babanı sevdiğini de göreceksin. Hepimizin günlük hayatta yaşadıklarını göreceğimiz ve yaşayacağımız bir kurgu roman var burada. Öte yandan yine tarihsel süreçte insanın varoluşundan bugüne yaklaşık iki yıl üzerinde çalıştığım bir proje bu. Tüm o akımların, yaklaşımların, dinlerin ve felsefi yaklaşımların sentezini yaparak bana göre dünya, evren ve dördüncü ciltte de kendi hayalî dünyamı ortaya koyacağım. Nasıl bir dünyada yaşamalıyız. İnsanlık neler yapmalı, bu konuda kendimce yaklaşımlarımı ortaya koyacağım. Felsefi bir kitap olacak ama ilk ciltte bugüne, geçmişten bugüne tüm akımlara bakıp paylaşacağız. Hayatın bir anlamda aslında sırlarını da paylaşıyorum. Diğer ciltlerde de devam gelecek.”

 

Aret ayrıca kişisel gelişimi tiyatro ile birleştirmek adına da bir projede yar alıyor. Üstelik bunu Türkiye’nin en önemli tiyatro sanatçılarından Levent Özdilek’le birlikte yapıyor. Böylece ortaya şahane bir iş çıkıyor. Projenin hikayesini birlikte anlatıyorlar. Özdilek bu projenin tam anlamı ile bir tiyatro oyunu olmadığına vurgu yapıyor.

“Bu bir gösteri aslında. Yazılmış bir metin yok. Gösterinin özelliği o. Bir omurgası ve akışı var ama onun dışında her şey seyirci ile birlikte onların da dâhil olduğu, katıldığı, tartıştığı bir çalışma. Aret kendi birikimi yaklaşım ve felsefesi ile konuyla ilgili konuşuyor. Ben de kendi deneyimimden yola çıkıyorum. İçinde şiir var, dans var ve konuklar var.”

Aret’e göre bu gösteriyle denenmeyen denedi. Her gösteride farklı bir tema işlenerek, ortaya kendini tekrarlamayan bir oyun çıktı.

“Biz hiç denenmeyen bir şeyi denedik ve beklediğimizden fazla ilgi gördük. Kişisel dönüşüm ve tiyatroyu birleştirirken Levent Özdilek duayen tiyatrocu. Benim böyle bir iddiam yok. Ben sadece kendi kimliğimi sahnede farklı motifle vermeye çalışıyorum. Bir araya gelince de çok güzel bir iş çıkıyor ortaya. İki farklı disiplinden gelen, iki farklı nesilden erkek dünyaya bakış açısını ve deneyimlerini çırılçıplak izleyici ile buluşturuyor. Acı Tatlı ismi de buradan geliyor. İçinde hayata dair her şey var. Hep farklı temaları işliyoruz. Sadece aşk yok, ayrılık, yalnızlık, ölüm de var. Tıpkı hayat gibi…”