“Her zaman temel ölçüt bir ülkede yaşayan halkların ne istediğidir” – Tanıl Bora

“Her zaman temel ölçüt bir ülkede yaşayan halkların ne istediğidir”

Işık Kitabevinin bu yıl Kırılma temasıyla düzenlediği 31. kitap fuarı çerçevesinde okurlarıyla buluşan İletişim Yayınları araştırma-inceleme dizisi editörü, yazar, çevirmen Tanıl Bora ile yeni kitaplarını konuştuk. Bir şeyi değiştirmek için önce onu anlamak gerektiğine vurgu yapan yazar, uzun zamandan bu yana sağcılık ve milliyetçilik konularını araştırıyor. Yaptığı tüm araştırmalar ışığında Türkiye’nin Kıbrıs konusuna olan bakışını da yorumlarken ne olursa olsun, her zaman temel ölçüt ülkede yaşayan halkların istekleridir diyerek, bizlere de göndermede bulunuyor.

“Editörlük çok daha fazla sevdiğim bir iş oldu”

Uzun bir zamandan bu yana İletişim Yayınları araştırma inceleme dizisi editörlüğü görevinde bulunan Tanıl Bora mesleğe gazetecilikle başladı. Öyle sanıyorum gibi gazeteciliğin gerçek ama gerçeği aktarmadaki sınırlı dünyası yerine yazın hayatını onu daha cezbetti.

“Aslında bu çok da bilinçli bir tercih değildi. Ben İletişim Yayınları projesine angajeydim. Üniversitede öğrenciyken başladım ve ilk kuruluş amacı haftalık haber dergisi çıkarmaktı. Ben de orada çalışmaya başladım. Yeni Gündem döneminde bu dergide gazetecilik yaptım. Daha sonra haftalık haber dergisi mali olarak taşınamaz yük haline geldi. Böylece kitap ağırlıklı bir yayın evine dönüştük. Ben de ona uyarlandım. Geriye dönüp baktığımda da bundan çok memnunum. Gazeteciliğin tabii sevdiğim yanları da vardı ama editörlük çok daha sevdiğim bir şey. Çok daha tatmin olduğum, daha zevkli bulduğum bir iş. Hem gelen kitaplar arasından, benimseyebileceklerimiz seçilme sürecinde yayın kurulu ile istişare ederek çalışıyorum hem de zaman zaman derlemeler yaparak oluşturduğumuz kitapların editörlüğünü de yapıyorum. Zaten genelde kitabı öneren, onun editörü de oluyor.”

“Bir çuval dolusu kabulü sırtında taşıyan kelimeler var

Onları kullanarak, kabulleri benimsemiş oluyoruz”

 

Bu güne kadar pek çok kitap yayınlayan, pek çok kitaba editörlük yapan, Almanca dilinden çeviriler yapan Tanıl Bora ile elbette tüm kitaplarını konuşmak mümkün değil. Son zamanlarda yayınlanan kitaplarından yola çıkarak öncelikle Zamanın Kelimeleri kitabını konuşuyoruz. Farkında olmadan kullandığımız, dilimize pelesenk ettiğimiz bazı sözcüklerin aslında ne denli derin anlamlar taşıdığını bu kitabı okuduktan sonra daha iyi anlıyoruz.

“Ben bunu hiç böyle düşünmemiştim. Bundan sonra düşüneceğim. Ben düşünmeden kullandığımız kelimelerle uğraşıyorum haklısınız. Gayet objektif, nötr güneşi, gökyüzü kadar açık seçik olduğunu düşündüğümüz kelimeler olarak kullanıyoruz. Oysa öyle değiller. Çok güzlü anlamlarla yüklüler. Zihnimizi belli şekilde formatlıyorlar, bizi belli bir yöne doğru çekiştiriyorlar, bir çuval dolusu kabulü sırtında taşıyan kelimeler var. Biz de onları kullanarak, aynen o kabulleri benimsemiş oluyoruz. Tabii bu derece olarak farklılaşabilir. Bazı kelimelerde bu daha az, bazılarında daha belirgin. Mesela operasyon kelimesini sürekli kullandığımız zaman onun arkasındaki zihniyeti, yönetim mantığını bütün olayları, davranışlarımızı, sözlerimizi bir takım kurgulanmış, yarı gizli, harekatların parçası gibi düşünmeyi kabullenmiş oluyoruz. İşte bu başlı başına kendini dar bir alana sokmak anlamına geliyor. Ben de bununla uğraşmak istedim. Bu kelimelerin hepsi aynı ideolojik yüke sahip olmayabilir ama bu düşünceyi zayıflatan, daraltan, bozan bir şey. Benim bu kelimeleri yerli yerinde kullanımla ilgili sorunum yok, mevcut kullanım şekilleriyle ilgili bir sorunum var. Bu konuyla da hala meşgulüm. Kitap çıktıktan sonra da Birikim dergisinde yazdığım yazılarda da bunu sürdürüyorum.”

“Milliyetçiliğin modern tezahürü kolektif narsisim”

Sağcılık ve milliyetçilik üzerine de pek çok kitap yazan, araştırmalar yapan Tanıl Bora neden bu denli milliyetçilik konusuna zihnini yorduğunu bizimle paylaşıyor.

“Milliyetçilikle ilgili sosyal teoride kullanılan bir benzetme var, kolektif narsisim. Ben de buna katılıyorum ve nasıl her insanda narsistik bir etki, bir yan varsa bu tür topluluklarda bu yönde milliyetçi bir yön var. Bu milliyetçiliğin modern tezahürü… En güçlü, en sistematik tezahürü hatta… Bunu doğal buluyorum ama sonuçta bu bir problem. En azından narsistik kişiliğin hastalıklı duruma gelmesi istemeyeceğimiz gibi milliyetçilerin de bu bakımda kendini kontrol altında tutmasını isterim. Ben milliyetçiliği değim yerindeyse zararlı ideoloji olarak görüyorum. Zararlı ideoloji resmi dilde kullanılan komik bir laf aslında, biraz buna da gönderme yapmak adına bu ifadeyi kullandım. Genel olarak ben solcuyum. Böyle bir çevrede sosyalleştim. Ahlaki ve siyasi tercihlerim de o yönde belirlendi. Aslında sağa görüşe hem husumetle hem de ürkerek bakıyorum. Hele de 1970’li yıllarda sosyalleşmiş biri olarak, sağa her zaman tekinsiz bir şey olarak baktım. Ama sonra da anlamak gereğini duydum. Neden insanlar sağcı oluyorlar bunun cevabını aradım. Bana çok tuhaf görünüyor. Benim derdim bunu anlamak. Basit bir iyi kötü şemasıyla bunu açıklamak bana çok doğru gelmiyor. Bu zihniyetle bunu değiştirmek de mümkün değil. Solun en önemli ölçütü insanların değişebileceğine, toplumların değişebileceğine inanmak ve bunu bilmek demektir. Ben de buradan yola çıkarak, bunu değiştirmek için anlamak gerektiğini düşünüyorum. O zamandan bu yana da sağı anlamaya çalışıyorum. Benim milliyetçiliğe dair kişisel tanımım ‘özcülük’ olurdu. Bir değişmez edebi, ezeli bir öze inanmak. Onun hakikaten yaratılıştan, fıtraten, doğuştan verili, değişmezliğine inanmak olarak tanımlardır. Bu durum çok da rahat ettirici bir şeydir. İnsanın kendisini iyi üstün görmesini sağlayan, dünyayı çok güzel izah etmesini sağlayan… Konuştuğumuz o iyi kötü şamasına sarsılmaz bir hakikat olarak inanmak… Sağcı olmak kolay ve normal olan… Rahat, çoğunluk, hâkim sistemler zaten bu şema ile işliyor. Bunu yeniden üretiyor.”

“Kıbrıs’taki meseleyi anti-emperyalizm kurdelesi takarak halledemeyiz”

Türkiye’de bir Kıbrıs algısı var ki gerek sağ gerekse de sol görüşten insanlar bunu milliyetçilik üzerinden yorumluyorlar. Sağın milliyetçilikle bu konuya yaklaşımı elbette normal ancak solun bunu savunmasını anlamak zor. Her iki grubun hem fikir olduğu bu yegâne durumu Tanıl Bora bizim için yorumluyor.

“Geçmişe göre bu durumda biraz gelişme var. Kıbrıs konusunda 1970’lerde neredeyse pürüzsüz denilebilecek bir fikir ortaklığı vardı. Ancak arada geçen yıllarda Kıbrıs’a milliyetçi ve devletçi perspektifin dışında, Kıbrıs’ı ayrı bir ülke, kendi özerkliği, özgün kimliği olan, kendi kaderini tayin etmesi gereken bir ülke olarak görenlerin sayısında artış var. Elbette sözünü ettiğiniz genel kanı hala çok güçlü. Bunun evveliyatı var. 1970’li yıllarda genel sol dalganın timsali Bülent Ecevit idi. Burada yapılan da onun yaptığı bir harekâttı. Bu harekat solun milliyetçi düsturu içinde gerçekleşti. Tabii ki bir anti-emperyalizm motifiydi. Solun geniş bir kesimi tarafından da Kıbrıs davasına, Kıbrıs’a, sahip çıkılması emperyalizme karşı bir tavır olarak benimseniyor. Ancak burada emperyalizmin nasıl anlaşıldığıyla ilgili problem var. Emperyalizmi ben kapitalizmin dünya çapındaki hâkimiyetinin ifadesi olarak anlıyorum. Kapitalizmin bütün dünyaya nüfus etmesi olarak görüyorum. Sadece hegemonik, büyük güçlerin, güç oyunları anlamında algılamıyorum. Öyle anladığımızda dahi, Kıbrıs’ın büyük güçlerin ABD’nin, batının, vs… oyuncağı olduğu doğru ama bunun karşısına yine devlet çıkarlarıyla çıkmak, hangi durumda ne kadar anti-emperyalist bir tutum oluyor ona her bağlamda özel olarak bakmak lazım. Mesela Türkiye’nin 1974 harekâtı bu bakımından anti-emperyalist miydi? Amerika’ya kafa tutmak, mevcut NATO düzenine kafa tutmak bakımından böyle bir jest olma niteliğinden söz edebiliriz ama sonuçta yine bir ülkeyi güç oyunun piyonu kılmak gibi bir yanı da vardı. Bunu da görmezden gelemeyiz. En azından bütün meseleyi anti-emperyalizm kurdelesi takarak halledemeyiz. Öyle olunca milliyetçi şablona sıkışıyorsunuz. Demiyorum ki burada emperyalizm ile ilgili mesele yok. Zaten buranın batılı büyük güçlerin uzun süre kontrolünde olduğu meselesi var. Ne olursa olsun, her zaman temel ölçüt bir ülkede yaşayan halklar ne istediğidir. Onlar kendi iradelerini başka güçlerin iradesine tabi olmaksızın, en azından olabildiğince tabi olmaksızın, gerçekleştirebiliyorlar mı? İşte bu en önemli ölçüt ve gerçekten kolayca gözden kaçırılıyor. Önemli olan anti-emperyalizm kavramı ve onun gücünün bu ayrıntılara bakma gereğini ortadan kaldırmayışıdır.”

“Tam teşekküllü bir ideoloji tarihi kitabı

Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler”

 

Yazarın son kitaplarından ‘Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler’ kuşkusuz en kapsamlı araştırmalardan biri…  926 sayfalık zengin bir içeriğe sahip bu kitap, beş yılda yazıldı. Bir başyapıt niteliği taşıdığını söylemek sanırım mübalağa olmaz. Ancak yine de kitabı eleştirenler de oldu. Yazar tüm yorumları nezaketle karşılayarak kitaba dair bilgiler veriyor. Yeni çalışmalarını bizimle paylaşıyor.

“Modern zamanda Türkiye’de siyasal ideolojilerin tarihi seyrini panoramik bir bakış sağlayarak anlattım. Tam teşekkülü bir ideoloji tarihi, söz ve düşünce odaklı bir çalışma. Siyasi tarih kitabı olmaktan çok ideolojik oluşumları da tartışmaya açıyor. Geç Osmanlı Zihniyet Dünyası, Modernleşme, Batı ve Batıcılık, Kemalizm, Milliyetçilik, Türkçülük ve Ülkücülük, Muhafazakarlık, İslamcılık, Liberalizm, Sol, Feminizm, Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere pek çok alt başlığı bulunan on bir bölümden oluşuyor. Kitap yayınlandıktan sonra pek çok geri dönüş aldım. Eleştiriler de oldu. Bunların üzerine elbette düşündüm. Mükemmel imkansızdır. Her zaman eksikler vardır. Atladığım bazı isimler, düşünce akımları, dergiler olabilir. Daha kapsamlı gözden geçirmeler için zamana ihtiyaç olduğunu söylemek isterim. Şuanda üzerinde çalıştığım iki önemli kitap var. Daha önce Kemal Can ile birlikte yazdığımız Devlet, Ocak, Dergah ile Devlet ve Kuzgun kitapları vardı. Bu kitaplar 80’li ve 90’lı yılların MHP’si ve Ülkücü Hareketi üzerine yazılmıştı. Şimdi yine Kemal Can ile birlikte AKP döneminin MHP’si üzerine bir kitap yazıyoruz. 2002’den bu yana MHP’ye bakıyoruz. Bu kitap 2019 yılında bitecek. Bunun yanında daha uzun vadeli olarak Hasan Ali Yücel biyografisi üzerinde çalışıyorum. İlk kez biyografi yazıyorum. Hayattaki en büyük emellerimden biri bir biyografi kitabı yazmaktı. Nesir ve yazı türleri içinde okumayı en çok sevdiğim türdür. Biliyorsunuz Hasan Ali Yücel tek parti dönemi, ünlü eğitim bakanı. Köy enstitülerini kuran isim. Can Yücel’in babası olarak da bilinir. Üzerine çok yazılan biri ama ben kitabı entelektüel ve siyasi biyografi olarak ele alıyorum. Çok renkli, çok yönlü, çok farklı konularda yazan hayat hikayesinden öte, onun düşünsel çabasının biyografisini kaleme alıyorum. Büyük aydınlanmacı, dindar birisi…Trajik de bir yanı da var. Yükselme, ile düşüş hikayesi de içinde barındıran ama çalışmaktan asla vazgeçmeyen bir isim.”

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir