HAKAN KARAHASAN “Dilimiz bizim kimliğimizdir”

Hakan Karahasan ve Ahmet Sedar Gökaşan sayesinde evrensel nitelikli bir eser ilk kez Kıbrıs Türkçesi’ne kazandırıldı. Akademisyen kimliği ve Gaile Dergisi’ndeki yazılarıyla yakından tanıdığımız Hakan Karahasan bu kez Güçük Prens kitabının hayat bulma sürecini bizimle paylaştı. Şuan üçüncü baskısı satışta olan kitap gerek Küçük Prens’in verdiği evrensel mesajlar, gerekse de ne denli zengin bir diyalekte sahip olduğumuzu kavramak adına büyük önem taşıyor. Kitap şöyle başlıyor; “Bir varmış bir yokmuş. Vakti zamanında gendinden azıcık böyük bir gezegende yaşayan ve bir arkadaşa ihtiyaç duyan bir Güçük Prens varmış.”

 

“Edebiyat benim için kaçış aracı oldu”

Hakan Karahasan ilk olarak edebiyata olan yatkınlığını anlatıyor. Kaçış yöntemi olarak kullandığı edebiyat bugün hayatının merkezine yerleşmiş  görünüyor.

“Ben iletişim alanında çalışmaktayım ama edebiyat hayatımda uzun süredir büyük bir yer tutuyor. Hayatımın en önemli unsurlarından biri edebiyattır diyebilirim. Çocuklukta başladı ama ilginç biçimde arada okumaktan koptuğum zamanlar oldu. İlkokuldayken ansiklopedi okurdum. Ortaokul ve lisede ise okumaktan tamamen koptum. Lisenin son yıllarında yeniden okumaya başladım. Sanırım edebiyat öğretmenlerimin etkisi büyüktür. Böylece okumaktan hiç kopamadım. Lisans eğitimimi iletişim üzerine tamamladım. Edebiyat ise benim için kaçış aracı oldu. Özellikle sınav dönemlerimde çok roman okuduğumu hatırlıyorum. Bir ara sınav döneminde bir haftada dokuz, on roman bitirdiğim olurdu. Sırf ders çalışmamak için bunu yapardım. Edebiyat bir taraftan kaçış, bir taraftan da farklı dünyalar demekti benim için. Zaman içinde dil de ilgimi çekmeye başladı. Dilin yapısı, anlamın oluşumu aklımda olan düşüncelerdi, edebiyatta sözcük oyunlarını çok sevdim. Yüksek lisansımı da İngiliz Dili Edebiyatı üzerine yaptım. En büyük hayalimdi, tüm derslerde her hafta bir roman okurduk. Hocalar bin sayfaya yakın teorik metinler verirken aynı zamanda bir de roman verirlerdi. Bu bağlamda kendimi bulduğum yer olduğunu söyleye bilirim. Çok keyif alarak tamamladım. ”

 

 

“Her Küçük Prens kitabımın hatırası var”

Daha önce yaptığı röportajlardan, sosyal medya paylaşımlarından biliyorum ki Hakan Karahasan’ın Küçük Prens koleksiyonu var. Kendisi için Küçük Prens koleksiyoneri diye biliriz. Nedir bu Küçük Prens merakı, anlatıyor.

“Haklısınız koleksiyonum var. 2014 yılında başladım Küçük Prens kitabı koleksiyonuna… İlk olarak bir arkadaşım bana hediye olarak aldı. Sürekli her gittiğim yerde böyle bir koleksiyon yapmak istediğimi söylüyordum zaten o da bana hediye etmeyi uygun gördü. Böylece kendi kendime şöyle bir de karar ürettim. Kitabı ya kendim ziyaret ettiğim ülkelerden alacaktım yada birisi bana hediye verecekti. İnternetten satın almayacaktım. Çünkü günümüzde böyle bir olanak var. İstediğiniz şeyi bir şekilde istediğiniz yerden alabiliyorsunuz. Oysa ben saklayacağım her kitabın bir hatırası olmasını istedim. Şuanda kırk yedi tane Küçük Prens kitabım var, hepsinin de kendine özel hatırası. Küçük Prens’i seçme nedenime gelirsek, bana göre insan denilen varlığın kim olduğunu, nasıl bir yaratık olduğunu anlatması açısından önemli. Bunun yanında evrensel bir eser olduğu için önemli. Bir de kendi adıma yaşadığım pek çok şeyi bulduğum bir kitap. Bu kitapta bir çocuk, çocukla beraber saflık var. Bu saflığın bozulmamış olması beni ilk okuduğumda en çok etkileyen detay oldu. Tamamen kendi çocukluğumuzu hatırlatıyor. İnsan bir şeyleri kaybederek büyüyor. Aslında büyümek dediğimiz şey kendimizden kaybetmek, saflığı, merakı, hayal gücünü yitirmektir. Bunun yanında kitap 20. yüzyıl ile birlikte insanın yaşadığı sıkışmışlıkları da anlatmaktadır. Bu durumu hem herkesin anlayacağı biçimde, hem de çok duygusal bir dille ifade etmektedir. Düşününce bile bundan çok etkileniyorum. Örneğin kitapta bir ehlileştirme kısmı var. Aslında Küçük Prens’in dünyaya gelmeden uğradığı karakterler var; alkolik, coğrafyacı gibi… Her bir karaktere baktığımızda aslında insanın büyümekle beraber, insan olmanın özünü oluşturan değerleri kaybettiğini, sistem tarafından törpülendiğini görüyoruz. Bu kitap bu duruma bir karşı duruş. Bize hep şuanda burada olduğumuzu düşünür ama yaşamakta olduğumuz aşamaları fark etmeyiz. Bize bahşedilen dünyayı olduğu gibi kabul ederiz. O da belki olması gerekendir ama doğduk ölene dek çalışacağız mesela. Para kazanacağız, ev alacağız, araba alacağız, evleneceğiz, çocuk sahibi olacağız bize dayatılan tüm bu değerlerin aslında doğal olmadığını düşününce görebiliyoruz. Bunlar bir taraftan hayatımızı belirlerken, öte yandan istemediğimiz hayatları yaşamamıza da neden oluyor. Küçük Prens’e baktığımızda ise bütün bunlardan bir haber, saf bir karakter olduğunu görüyoruz. Sanırım hayatımda beni en çok etkileyen kitap olduğu için koleksiyonunu yapmaya başladım.”

 

 

Dini kitaplardan sonra en fazla dile, hatta lehçelere bile çevrilen bir kitap Küçük Prens.

“Tabii dünyadaki tüm dillere çevrilmiş bir kitap. Bu da koleksiyon oluşturma fikrimi etkiledi. Hatta ölü dillere bile çevrildi. Göktürkçe dilinde, Osmanlı Türkçesi’nde, Latince dilinde de çevirileri söz konusu.  Ölmekte olan dillere de çevriliyor. Yakın zamanda Arjantin’de ölmekte olan bir diyalekte de çevrildi.”

Gücük Prens kitabının oluşumunu da konuşuyoruz. Önce Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Rumcasına çevirdi, onu Kıbrıs Türkçesi takip etti.

“Ahmet Serdar Gökaşan ve ben yıllardır bu konuyu konuşurduk. Hep birisinin bu kitabı Kıbrıs Türkçesi’ne çevirmesi gerektiğini söylerdik. Hatta bu iş için Hüseyin Çakmak’ın çok uygun olabileceğini de düşünmüştük. Çünkü Gapellalı Fuat Dayı’yı yazmasıyla birlikte Kıbrıs Türkçesi yazı dilinde kullanılmış, popüler olmuştur. Bu arada arkadaşımız, yazar dostumuz İakovos Hadjipieris’de Küçük Prensi Kıbrıs Rumcasına çevirdi. Bunun üzerine gördük ki güneyde okurlar bu kitaba çok ilgi gösterdi. Böylece İakovos bize de kitabı kuzeyde çevirmemiz yönünde telkinde bulmaya başladı. Böylece bir anda Ahmet Serdar Gökaşan ile birlikte Küçük Prens’i Güçük Prens’e dönüştürürken bulduk kendimizi. İakovos olmasaydı herhalde biz hala çeviriyi kim yapacak diye konuşmaya devam ederdik.”

 

“Dil bir organizmadır, sürekli değişim içindedir

İlginç olan şudur ki biz Kıbrıs Türkçesi’ni konuşma diyalektiği olarak kullanmaya alışığız. Yazı dilinde okumaksa hayli ilginçti…

“Tabii adı üzerinde diyalekt. Bu yazılı değil sözele ilgili bir şey. Sadece konuşma dilinde olan bir şey. Bu nedenle de hem avantaj hem de dezavantaj yaşadık. Öncesinde bazı örnek alacağımız metinler vardı. Mesela Oğuz Yorgancıoğlu’nun derlemeleri, Orhan Kabataş ve İakovos Hadjipieris’ın, Mustafa Gökçeoğlu’nun sözlükleri. Bunlar bizim için kaynak oldu. Yaptığımız çeviri de evrensel nitelikli bir eserin ilk kez Kıbrıs Türkçesi’ne çevrilmesidir. İlk çeviri diyemeyiz, ilk çeviriyi Hasan Tuna Hambis Çangaris’in Goncolozlar kitabına yaptı.  Biz bu eserlerden de çok faydalandık. Bu kitabın evrensel olması yanında bir diğer farkı günümüz Kıbrıs Türkçesi’ni kullanmış olmamız. Dil değişen, tıpkı bizim gibi organizmadır. Ben nenemin konuştuğu Kıbrıs Türkçesi’ni konuşmuyorum. Hatta babamla bile bazı farklarımız var. Şimdi benim küçük yeğenim var, o da benim gibi konuşmayacak. Biz tabii yedi yaşında birinin de yetmiş yaşına birinin de kitabı okuyup anlamasını istedik. Öte yandan Kıbrıslı olduğu da belli olsun istedik. Gerek yazım anlamında, gerek sözcük seçiminde sürekli bunları göz önünde bulundurduk. Kolay olduğunu söyleyemem. Aylarca üzerinde çalıştık. Diyalekt olduğu için de insanlar bunu okumaya alışık değildi. Konuşmaya dayalı olduğu için sözün harmonisini de, anlamını da korumaya çalıştık. Tüm bunları ortak paydada birleştirmek çok zor oldu. Bazen bir sözcük için günlerce tartıştık.”

 

 

Öyle görünüyor ki kitabın resimlendirilmesine de büyük emek harcandı…

“Tabii Erdoğan Uzunahmet tarafından Kıbrıs Rumcası ve Kıbrıs Türkçesi için sayfa düzenlemesi yapıldı. İnanılmaz titiz çalıştı. Sayfaların metinde geçen detaylara göre resimlendirilmesine özen gösterdi. Metinde geçen kısım ile resmi eşleştirdi. Çok uğraştı. Bazen bazı paragrafların kaymasından ötürü kitabı yeniden tasarladı. Bunu öyle sanıyorum ki sekiz kez yapmıştır. Bazı yerlerde resimlere rötuşlar da yaptı.”

“Konuştuğumuz dil kültürün taşıyıcısıdır”

Dilin ne olduğunu da konuşuyoruz. Hakan Karahasan dil ile kültür arasında önemli bir ilişki olduğuna vurgu yapıyor.

“Dilin ne olduğunu ne anlama geldiğini de hatırlamak önemli. Kullandığımız diyalekt, özellikle değişik nedenlerden dolayı komedi unsuru olarak kabul edildi. Oysa biz annemizle, nenemizle konuşurken kahkahalar atarak sözcükleri kullanmıyoruz. Konuştuğumuz dil kültürün taşıyıcısıdır. Çok önemlidir Kıbrıs Türkçesi dediğimiz bizim kültürümüzle ilgili çok şeyler anlatır. Elbette Kıbrıs Türkçesi en üstün diyalekttir demiyorum ama Türkçe’nin de değişik diyalektleri vardır. Türkiye’de bunu görüyoruz. Onlardan bir eksiği yoktur. Evrensel bir eseri çevirecek sözcük dağarcığına sahiptir. Dilimiz bizim kimliğimiz. Milliyetçi refleksle de bunu söylemiyorum. Özellikle Kıbrıs’a bakış konusunda da kitap bir şeyler söylüyor.  Biz komedi unsuru değiliz. Evrensel nitelikte bir eseri dilimize çevirebiliriz. Kıbrıs Rumcası için de geçerli bir durum bu. Bize saygı duyulması anlamında da bu üretimin önemli olduğunu düşünmekteyim.”

 

 

“Kıbrıs Türkçesinin değişimi kaçınılmazdır”

Son olarak zaman içinde Kıbrıs Türkçesi’ne neler olabileceğini de konuşuruz.

“Elbette değişime uğrayacaktır. Bu kaçınılmaz bir şey. Sadece Kıbrıs Türkçesi için değil de tüm diller için geçerli bir durum bu. En önemli nokta ise tek bir taraftan mı bir akışa maruz kalacağı, tüm dünyadan mı sorusu. Tüm dünyadan gelen akış ile bir taraflı akış arasında büyük farklar vardır. Nüfusu az olan tüm topluluklar bunu yaşıyor. Zamanla dilleri kullanılmıyor, kayboluyor. Kıbrıs Türkçesi de değişecektir. Kaçınılmazdır. Bizden birkaç nesil sonra gelenlerin konuştuğu Kıbrıs Türkçesi başka bir şey olacaktır. Ama önemli olan tüm dünyadan bir akış yaşayarak değişmesi. Bu değişimin tek yönlü olmaması. Dilin değişimi kültürün nereden nereye değiştiğini görmek anlamında da önemlidir.”

 

Röportaj fotoğrafları Nedim Enginsoy