AYTUNÇ ŞABANLI “Bu kitapta anlarımı biriktirdim”

“Tüm bunları öncelikle kendime yazdım” diyor Aytunç Şabanlı. 1994 yılından bu yana kaleme aldığı aforizmaları Ay Düşüncesi ismini verdiği kitabında bir araya getirerek Işık Kitabevi’nden yayımladı. Bugüne kadar Lefkoşa Belediye Tiyatrosu sahnesinde görmeye alıştığımız sanatçı, bu kez duygularını ifade etme biçimi olarak kaleme aldığı aforizmalarını anlattı. Varoluş ile başlayan, 1001 Gece ile biten altı perdeden oluşan bu aforizmalar okuru, hayatında yolculuğa çıkarıyor. Böylece bir perde kapanıyor, yeni bir perde açılıyor.

 

“Sahneye çıkmaya İTÜ’nün tiyatro gurubunda başladım”

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’ndaki performansları ile yıllardır takip ettiğimiz Aytunç Şabanlı mühendis olma hevesi ile başlayan, tiyatroya evirilen gençlik yılları söz konusu.

“Tiyatro sevgimin ortaokul yıllarında başladığını hatırlıyorum. Hatta anneme ‘tiyatrocu olmak istiyorum’ dediğimde ‘sen önce okulunu bitir sonra tiyatrocu da olursun’ diye cevap vermişti. Aslında o yılları düşününce anlıyorum. Hala zaman zaman benzer tepkilerle karşılaştığım bile oluyor. Ne iş yaptığımı sorduklarında tiyatrocuyum diyorum, bu kadar mı? diye ekleyenler oluyor.   İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yedi yıl mühendislik okudum. Lise yıllarımda matematiğe ilgi duyan bir öğrenciyim. Fakültenin birkaç tiyatro grubu vardı, ben de üye oldum. Sahneye çıkmaya böylece 2000 yılında başladım. Aktif, heyecanlı girişti. Müthiş ruhtu. Hepimiz mühendislik öğrencisiydik ama çok başarılı oyunlar çıkarıyorduk. Yıllar içinde bu arkadaşlarım Kumbaracı50 isimli mekanda Altıdan Sonra isimli tiyatroyu kurdular. Hala tiyatro yapmayı sürdürüyorlar. Türkiye’nin bugün öncü gurupları arasında anılırlar.  Ben daha sonra mühendislik fakültesini bırakarak Pera Akademi’ye kaydoldum. Dört yıllık bir okuldu fakat bir gün Kıbrıs’a dönersem, bir diplomam olsun diyerek, Haliç Üniversitesi Konservatuarı tiyatro bölümünden mezun oldum. Bu süreçte devlet tiyatrolarında sahneye çıkmaya başladım. Pek çok farklı oyunlarda rol aldım. Aslında devlet tiyatrosuna girebilmem büyük şans olmasına rağmen Tiyatro Pera’nın bir oyunu için orayı bıraktım. Böylece orada daha ağır rolleri tecrübe etme şansım da oldu. On yedi yıl İstanbul’da yaşadıktan sonra adaya geri döndüm. ”

 

 

“Kendimi ifade etmek için aforizma yazmaya başladım”

Tüm bunlar yaşanırken edebiyatın hayatındaki yerini ve yazmaya nasıl başladığını da konuşuyoruz. 

“Benim o yıllarda İstanbul’daki arkadaş çevrem hep rock müzikle ilgilenen, çok okuyan, felsefeyle ilgilenen insanlardı. Şimdi düşünüyorum da varoluşçuluğa olan ilgim de orada başladı diye düşünüyorum. Çünkü bu insanlar ruh olarak anarşist insanlardı. Bu süreçte edebiyata olan ilgim arttı. Daha çok okumaya başladım. Rock müziğin hayatın bize dayattıklarını ret edişine, yoktan yeni bir  hayat inşa eden felsefesine tanıklık ettim. Bu süreçte aforizmalar yazmaya başladım. Kendimi en sadece biçimde ifade etmek, düşüncelerimin özü ile ifade etmek istedim. Belki de bir matematikçinin kafasının ürünüydü bunlar. Düşüncelerimi bir roman yazarak da anlatabilirdim ama onun yerine en kısa şekilde anlatmaya çalışmayı tercih ettim. ”

“Bilmemek bizi besliyor, zirvede tutuyor”

Aytunç Şabanlı’nın aforizmalardan oluşan Ay Düşüncesi kitabını açtığımda anda şöyle bir ifade karşılıyor beni “sözcükler ruhun sözleridir, niye vardırlar bilinmez.” Öyle sanıyorum ki bu kitapta da yazarın ruhunun sözleri var. 

“Yanlış olmaz bu yakıştırma, doğru bir his, sen de demek ki hissetmişsin. Ben öyle duygulu bir giriş yapmak istedim. Çok nedeni olan bir şey değil. Kitabın ruhunu yansıtması açısından önemli. Cümlelerimde çok bilerek yazılmadı. Hatta bilmeyerek yazdığımı söylemeliyim. Bu duyguyu çok daha kıymetli buluyorum. İnsan ne çok bildiğini sanırsa, o kadar kaybediyor hayatta. Bilmemek ise bizi besliyor, zirvede tutuyor. Düşüncenin uyanışı da bilmeme duygusunda saklı.”

 

Kitabın ismi Ay Düşüncesi, ilk anda bana yazarının ismini çağrıştırıyor olsa da, burada dünyanın uydusu olarak bildiğimiz aya, onun döngüsüne de göndermeler var.

“Aslında sosyal medyada geçmiş yıllarda aralıklarla paylaşımlar yaptığım oluyordu. Biraz da belki nabız yoklamak için yaptım. Oradan aldığım olumlu geri dönüşler, kitabı yayınlasam mı diye düşünmeme olanak yarattı. Şiir bile bugün çok düşüşteyken, aforizma yapmak oldukça iddialıydı. Bu nedenle bazı geri dönüşlere ihtiyaç duydum sanırım. Paylaşımlarımı da Ay. şeklinde yapıyordum. O zamanlarda da ayın kendisini çağrıştırmasıyla birlikte, bu denkliği seviyordum. Kitabın ayın kendisinden doğması ile birlikte ismimin Aytunç olmasının da kader anlamında, tesadüf olmadığını düşünmekteyim.”

Kitabın alt başlığında Aforizma günlüğü 1001 ifadesi var, 1001 tane de aforizma… Kitabı bölümlere ayırırken yaratılan duygu, her bir aforizmanın yazarın bir gününün yansıtması gibi…

“Tam 1001 adet cümle var, on on ilerleyen numaralar aforizma sayısıdır. Hayatım boyunca bildiğimiz anlamda günlük tutmadım. Bir ara sadece rüyalarımı yazıyordum. Her bir günden öte, her aforizma bir düşünceden diğer bir düşünceye geçiş gibi. Her birinin günden çok anlara denk geldiğini söyleyebilirim. Bazen bir günde farklı anlar yaşıyorum. Üç tane aforizma birden yazıyorum. Bazen üç gün boyunca hiçbir şey yazamıyorum. Böylece ben bu kitapta anlarımı biriktirmiş oldum. Okuduğumda da aynı duyguyu, dönemi, bazı anları hatırlatıyor.”

 

 “Öncelikle kendime yazdım”

Kitabın bir diğer ilginç yanı, aforizmaların belirli isimlerle perdelere ayırmış olması. Varoluş ile başlayan sevgi, bilgelik, özgürlük, anlayış, kavrayış, hoşgörü ve 1001 gece ile biten perdeler bunlar…Her biri insan hayatının dönemleri gibi… Bir perde kapanırken, yeni bir perdenin açılması gibi. 

“Aslında bunlar da çok kendiliğinden oldu, cümlelerin kendisi gibi. Bu bölümlendirmeler tamamen zamansaldır. Kronolojik ilerleyen yazılarımda hayatımı kendimce zamanlara ayırıp öyle notlar almaya çalışmıştım, kitaba gelince de onu korudum diyebilirim. Belli not defterlerim vardı benim, her biri dolduğunda o perdeyi bitmiş kabul ederdim. Tüm bunları yazarken bir kitap olsun diye de yazmadım. Tüm bunları öncelikle kendim için yazdım. Kendime yazarken nedense, aynı zamanda herkese de hitap edebilecek şekilde yazdım. İsimleri de yazarken vermiştim. O dönemde, o yaşta neyse durumum onu yazmış oldum. İnsan hayatı varoluş ile başlıyor. Sonra hayatımda sevgi geldi. Böylece ilerledi. Zamanla kavrayışa, anlayışa ilerledi. Sanki kitabı ben yazmadım. Kitap kendini yazdı gibi.”

 

Kitap 1001 gece ile bitiyor, aklıma sonu gelmeyen 1001 Gece Masalları geliyor.

“Perdelerin tiyatroyu çağrıştırması nasıl hoşuma gidiyorsa, 1001 gecenin de, masalları çağrıştırması hoşuma gidiyor.  Burada da birkaç şey aklımıza gelebilir. Zaten bir yerde nokta koymam gerekiyordu. Ben de 1001 de tamamlamaya karar verdim.”

Tüm aforizmalar üzerinden gitmek elbette mümkün değil ama genel olarak bakıldığında kitapta öne çıkan duygular var. Arınma sadeleşme, içe dönme gibi…

“Sonuçta yazdıklarımın hissedilir felsefesi var. Biriktikçe ben de dışarıdan gözlemlemiş oluyorum bu duyguları. Yazarken de cümle temelli baktığımızda küçüklü büyüklü felsefesi olan, çok anlamlı, duygulu cümleler kurduğumu söyleyebiliriz. Bunlar içimde olan duygular. İstanbul’un verdiği değerler bunlar. Beni çeken mekanlar, durumlar, kişiler bu duyguları yarattı. Derinliği olan insanlardı. İstanbul’un izleri, şairleri, sema hepsi beni çok etkiledi.”

 

Zamana dair yazılmış pek çok aforizma var.

“Sonsuz zaman içinde saat hiç ilerlememiş hep dönmüştür” veya “zaman yaşamın en acımasız kurgusalıdır” veya “zaman bardaktan su gibi dökülür geride bardak değil sadece zamansız bir su kalır.”

“Zaman kavramının birkaç kavramla birlikte öne çıktığını ben de fark ettim. Kitapta gayri ihtiyari bir felsefe tadı olduğu için zaman da önemli duraklardan biridir felsefe için. Bu anlamda da üzerine düşünmüş olabilirim. Antik Yunan’dan gitsek Zeus’tan bile önce Kronos vardır. Zaman aslında en büyük tanrı, en büyük belirleyici. Hatta belki de en zor kavram. İnsan ömrünün de başı sonu var. Kendi kimliğimizden koparak baktığımızda ise bir sonsuzluk söz konusu. Sonsuzluk da zamanla ilintili bir kavram aslında.”

 

Röportaj fotoğrafları Nedim Enginsoy