‘Afrodit’in Üç Tezahürü’ HASAN ZEYBEK
Bir sergi üç Kıbrıslı sanatçı, sorgulanan biraz günümüz biraz dünümüz. Etkileyici ve bir o kadar da düşündürücü “Afrodit’in Üç Tezahürü” sergisini sayfalarımıza taşımak, ziyaret edemeyenler için insanın üzerinde bıraktığı duyguyu kelimeler ve fotoğraflarla anlatmak istedik. Tabii sergiyi anlamaya çalışırken eserleriyle çalışmaya katkı koyan genç sanatçı Hasan Zeybek’ten yardım aldık. Onunla Kıbrıs’ı, aidiyetsizlik ve göç üzerinden konuştuk. Hasan sanatı “hayati ve varoluşsal” olarak tanımlarken günümüze dair önemli çıkarımlarda bulundu.
Hasan’ın özgeçmişine bakınca göç ve aidiyet konularına çokça kafa yorduğunu görüyorum. Sormadan edemiyorum, nedir bu göç ve aidiyetsizlikle ilgili derdin. Gülüyoruz ve anlatmaya başlıyor.
Doktoraya şu an Yakın Doğu Üniversitesi’nde devam ediyorum. Alanımı hiç değiştirmedim. Mimar Sinan Üniversitesi’nde 20. yüzyıl resim sanatında mekân, kimlik ve aidiyet kavramı üzerinde çalıştım. Bu konuda sosyolojik bağlamda ama sanatsal araştırma yaptım. Elbette tüm bunların çıkış noktası her zaman Kıbrıs oldu. Adanın yereline ilişkin evrensel ölçekle göç ve aidiyet konusu üzerine eğildim. Şu anda da bu konularda çalışmaya devam ediyorum. Artık sanatın kendi mekânsallığı ve sanatçının aidiyetindeki toplum üzerinde duruyorum. Tüm çalışmalarımda göç, aidiyetsizlik ve mekânsızlık sanatsal yaratım süreci bağlamında mekân buluyor. Zaten sanat eserinin, sanatçının toplamındaki görünmez olanın sembolleşmesi anlamına geldiğini düşünürsek benim de çalışmalarımın bu yönde olması kaçınılmaz. Her yaratıcı birey evine ilişkin problemleri oluşsal biçimde dert eder. Dolayısı ile Kıbrıs coğrafyasının koşulları da ister istemez bu kavramları beraberinde getirir”
“BU TOPRAKLARA ORTAK BİR BAKIŞ”
Adanın ortak metaforu Afrodit ve üç Kıbrıslı sanatçının kendince Afrodit’i Tezahürü. Bunun sonucunda da ortaya çıkan Afrodit’in Üç Tezahür’ü sergisi…
‘Afroditin Üç Tezahürü’, Nilüfer İnandım, Elena Konstantinou ve benim üç Kıbrıslı sanatçı olarak, bir araya gelerek oluşturduğumuz bir çalışma. Ancak şunu söylemeliyim ki biz illa ki bir kavram yaratmak için bir araya gelmedik. Üçümüz de kendi problemlerimiz ve gerçekliğimiz doğrultusunda çalışmaya devam ederken Kıbrıslı Rum sanatçı arkadaşım Elena ile İstanbul’da bir tesadüf sonucu öğrenci değişim programı sayesinde tanıştım. Çalışmalarımız da birbirleriyle ilintiliydi. Böylece aslında onun da Kıbrıslı olduğunu öğrendim. Afrodit’in Üç Tezahürü çalışması da bu tanışıklık, hayata ve yaşadığımız topraklara ilişkin ortak bakış açısı üzerinden şekillendi. Fark ettik ki Kıbrıs’ın, bu coğrafyanın gerçekliği bizim sanatsal sürecimizde de ortaklık yarattı.
Serginin en ilginç yanı ilk kez geçtiğimiz yıl Bosna Hersek’te açılması. Bu nasıl oldu üç Kıbrıslı sanatçı ve Bosna’da bir sergi. Orada nasıl böyle bir sergi açtıklarının hikayesini Hasan’dan dinleyelim…
Doğrudur, bu sergi ilk olarak Bosna Hersek’te açıldı. Bosna’nın yakın tarihine baktığımızda da yaşananların Kıbrıs’ta yaşananlarla çok ilintili olduğunu görüyorsunuz. Balkan coğrafyasında da Kıbrıs’ta yaşadığımız hali bir başka coğrafya üzerinden tekrar tecrübe ettik. Tercih etme nedenimiz de zaten farklı coğrafyalarda ama yapısal anlamda benzer problemler yaşamış oluşumuzdu. İki ülke arasında örtüşen pek çok olgu vardı. İlk fırsatta Sanatçı ve Yazarlar Birliği çatısı altında Bosna Hersek’deki bu serginin daha genişini kendi ülkemizde de geçtiğimiz haftalarda açtık.
SERGİ, ORTAK ÇALIŞMA
Sergideki çalışmalar çok etkileyici ancak anlatılmak istenenler daha da etkileyici. Hasan ortak duygumuz aidiyetsizlik ve göçü sanatçı gözüyle anlatıyor.
Çalışmalarımdan biri mesaj yoluyla aidiyeti irdelediğim yerleştirmelerim ve bunların fotoğraflarla belgelenmesinden oluşuyor. Fotoğraflar Mesarya Ovası’nda yapılan yerleştirmelerdir. Tabii bu fotoğraflar, fotoğraf sanatına ilişkin bir çalışma değil. Kimse yanlış anlamasın. Benim fotoğraflarım belgesel nitelikte çalışmanın ürünüdür. 2008 yılında üzerinde çalışmaya başladım ve zamanla tüm bu çalışmalar bir videoyla da hayat buldu. Sergide tuğla ve tuvallerden oluşan göçe ilişkin bir çalışmam daha var. Burada odak noktam nesnelerin ve yaşanmışlıklarının insanlar ve nesneler üzerinden hissedilmesi olarak özetlenebilir. Heidegger nesnelerin kökenine ilişkin araştırmasında bir tapınak örneği verir ve der ki tapınak tanrıyı içermez, Tanrı da tapınağı içermez. Ancak bu iki unsur birbirleri ile görünür olur. Tam da bu sergide ele almak istediğim nesnelerin insanlarla olan yaşanmışlık belleği. Malzemeleri de nesnenin insana dair barındırdığı yaşanmışlığın sahnesi olarak gördüm.
Sergide sizin dışınızda iki Kıbrıslı sanatçı daha var…
Evet ayrıca sergide Nilüfer İnandım’ın yağlı boya tabloları da yer alıyor. İnandım, idealleşmiş güzellik ve toplum kavramının dışında kalan, toplum tarafından ideal kabul edilmeyen gerçeklikle güzellik kavramını anlatıyor. Resimlerinde içsel dünyalara ve duygulara yer veriyor. Elena’nın çalışması ise video olarak değerlendirilebilir. Burada sınır kavramı klasik unsur olarak ele alınıyor. Zihnimizde var ettiğimiz sınır kavramı kum torbalarıyla anlatıyor. Torbaları vücudunda giysi gibi taşıyarak insanın kendi ile olan mücadelesini metaforik biçimde gözler önüne seriyor.
“ORTAK GELECEK İÇİN BİRLİKTELİK ÖNEMLİ”
Bir Kıbrıslı Rum sanatçının katılımı ile açılan bu serginin ardından Hasan’ın iki toplumlu sanata olan bakış açısı kendini belli ediyor. Hasan sanatsal bağlamdaki birlikteliklerin ortak gelecek inşa etmekteki önemini çok güzel anlatıyor. İnsana yeni nesiller adeta umutla olgunlaşıyor dedirtiyor.
Biz üç sanatçı bir araya gelirken iki toplumlu ilke çerçevesinde bir araya gelmedik. Fakat bir araya gelişimiz böyle bir sergiye dönüştü. Bunun çok daha doğal, çok daha yaşamın içinden gelmesi gerektiği kanısındayım. Kıbrıs’ı ortak mekan ve yaşam alanına dönüştürebilmemiz ancak ve ancak ortak tecrübe ve üretimlerle mümkün olur. Bu nedenle birliktelikler ve ortak çalışmalar çok önemli. Kıbrıslı gençler olarak, bu coğrafyaya dahil insanlar olarak, çalışmalarımız elbette adayla ilintili. Birliktelikler olmadan Kıbrıs’a ilişkin sağlıklı söz söylemek, sağlıklı sanatsal ifade ortaya koyabilmek, bence mümkün değil. Geçmişte ortak coğrafyayı ifade eden bu ada gelecekte de ortak yaşam alanını ifade edecektir. Bu tarz birliktelikler özellikle de sanat alanında çok önemli. Sanat insanın kendini biliş, idrak anlamına geliyor. Sanat hoşa gidenin, iyiliğin, ya da güzelliğin dışında çok daha varoluşsal, hayati unsurları barındıran bir alan. Gelecek için sanatsal bağlamda bir araya gelmek hem sanat için hem de iki toplum için önemli.
GÜNDEMDE ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ
Gündemde Çağdaş Sanat Müzesi var. Hasan’nın da elbette bu konuda bir fikri. Bu konuya girmem Hasan’a bazı yanlış anlaşılmaları netleştirmek için fırsat oluyor ve başlıyor anlatmaya.
Bu konuda daha önce de açıklama yaptım ancak sözlerim çarpıtıldı. Bu konunun açılması çok iyi oldu. Her koşulda ihtiyatlı davranmak suretiyle içinde bulunduğumuz dönemin geçmişe göre son derece somut adımlar atılan, son derece girişken çizgide Çağdaş Sanat Müzesi konusunda çalışılan bir dönem olduğu kanısındayım. Bunun en somut örneği de geçmiş yıllardaki uygulamalara göre bu gün yaşadığımız süreçteki olumlu ve samimi gelişmelerdir. Müze konusunda artık bir bina var. Çalışmalar başladı. Bütçe konusunda da ciddi çalışmalar yapıldı. Dolayısı ile tüm bunları samimi buluyorum. Elbette müze günlük, dönemlik süreçte oluşamaz. Bu olgusal, uzun zaman alan bir süreç olacaktır. Müze oluşurken envanterin sağlıklı olarak ortaya konması, metin okumaları ve sınıflandırmalarının yapılması ancak akil insanlarla mümkün olabilir. Bunun da göz önünde tutulacağına inanıyorum. Bu çalışma birkaç günlük bir sürecin ürünü değildir. Ben aslında konunun popülist bağlamlardan ve dönemsel birtakım rant odaklarının dışında tutulması taraftarıyım. Müze içinde Kıbrıs Türk sosyolojisi ve yaşamına ilişkin alanı barındıracak. Bu nedenle yerel ya da dönemsel bir takım düşüncelerden çok daha genel ölçekte ve ciddi olarak ele alınmalıdır diye düşünmekteyim.