“Nazım Hikmet sadece vatanını değil dünyayı seven bir insandı” GÜNEY ÖZKILINÇ
Güney Özkılınç bir edebiyatçı olarak Nazım Hikmet’e dair yazılan onca kitaba rağmen, önümüze yeni bir pencere açmayı başaran bir isim… Nazım’a dair yazılacak, söyleyecek her şeyin bittiğini sandığım bir anda, hayatlarına temas ettiği onlarca halktan insanla, “Nazım’ın Bursa Yılları” kitabı sayesinde tanışıyorum. Bir kez daha Nazım Hikmet’in her şeyden daha yüce olan insanlığına hayran kalıyorum.
Güney Özkılınç, Adana doğumlu hayatını Bursa’da sürdüren bir edebiyatçı, yazar. Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası’nın davetiyle Nazım Hikmet’i anmak adına adada bulunan sanatçıyla bir araya gelerek, yeni bir yazarla daha tanışmış olmanın heyecanını yaşıyorum.
“Edebiyat sadece yazmakla başlamıyor, biriktirmekle başlıyor”
Güney Özkılınç edebiyat eğitimi alan araştırmacı bir yazar, edebiyata olan ilgisiyse bundan çok daha eskilere dayanıyor.
“Doğduğum coğrafyadan kaynaklanıyor. İster istemez doğal bir edebiyat, film ortamının içinde doğdum. Çukurovalıyım, Adanalıyım. Adana’da bizim kuşağın çocukları yazlık sinemalarda, pamuk tarlalarında büyüdü. Tarlalarda özellikle Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen tarım işçilerinin kurduğu çadırlar, oradaki yaşamlar, hastalıklar, yoksulluk, emek tüm bunlar bir edebiyattı. Yaşar Kemal’in romanları gibiydi. Aslıda Yaşar Kemal de var olanı anlatıyordu. Ben de naçizane romanlarını okuduğumda ben bunları yaşadım dedim. Bunlar birer roman parçası gibiydi ve o yönüyle bizler edebiyata çocukluğumdan itibaren başladım. Bence edebiyat sadece yazmakla başlamıyor. Biriktirmekle de başlıyor. Biriktirmek, okumak gözlemek, bilmek ve daha sonra yazma isteği olanlarda, metinlere dönüşüyor. Ben edebiyatın biriktirme safhasını aslında çocukluğumdan beri yaptım. Tabii edebiyat eğitimi almak edebiyatçı olmayı gerektirmiyor. İlginiz varsa kendinizi geliştiriyorsunuz, ilginiz yoksa da memur olmaktan öteye gitmiyorsunuz.”
“Nazım’ın Bursa yıllarında hayatına dokunduğu altmıştan fazla insan var”
Öğretmenliğe ilk atanması Bursa’ya çıkan Özkılınç, öyle sanıyorum ki orada geçirdiği uzun yıllar sonucunda Nazım Hikmet’in Bursa yıllarına ilgi duymaya başlıyor. Bu süreçte neler olduğunu merakla dinliyorum.
“Çok doğru, Nazım Hikmet’i elbette lise yıllarımdan bu yana biliyordum, şiirlerini okuyordum, bestelenmiş şiirlerini dinliyordum. Bursa’ya öğretmen olarak tayin olduğumda yine içimdeki istekle edebiyat ortamlarını araştırmaya başladım. Değişik kültür merkezlerine gidip gelmeye başladım. Bunların birinde şairimiz Kemal Özer, Sennur Sezer’le tanıştım. Onları saygıyla anıyorum artık aramızda değiller maalesef. Konuşmaya başladık. Nazım Hikmet’in Bursa’da bu kadar yıl geçirdiğini önceden bilmediğimi söyledim. Onlar da konuya dair çok derinlikli fikirleri olmadığını ancak araştırmaya değer bir konu olduğunu belirttiler. Elbette bunu yapacak kişi Bursa’da yaşıyor olmalıydı. Bu sohbetten sonra Nazım’ın Bursa yıllarını araştırma fikri zihnime yerleşti. Çalışmaya başladım. Önce onun kitaplarını yeniden okudum. Kitaplarda geçen isimleri, yer adlarını tek tek not aldım. Önümde zamanla bir liste oluştu. Bilinen Nazım Hikmet’in Orhan Kemal’le ve İbrahim Balaban’la Bursa cezaevinde geçirdiği yıllarda, onları etkilemesiydi. Ancak araştırdıkça Nazım’ın Bursa’ya üç kez geldiğini, fark ediyorum. İlk gelişi 1933 yılına tekabül ediyor, 1934 yılının Ağustos ayında afla Bursa cezaevinden çıkıyor. Daha sonra bir muhabir olarak, 1936 yılında Akşam gazetesinde çalışırken ünlü karikatürist Cemal Nadir’in sergi haberi için geldiğini öğreniyorum. Bunu yanında 1938 yılında yeniden tutuklanıyor. İstanbul, Ankara, Çankırı cezaevi derken 1940 yılında yeniden Bursa’ya geliyor, bu kez 8 Nisan 1950 tarihine kadar neredeyse on yıl kesintisiz Bursa cezaevinde kalıyor. Bu arada Orhan Kemal, İbrahim Balaban’nın yanı sıra onlarca insanın hayatını dokunarak, onlara hayata farklı bakmasını öğretiyor. Onunla cezaevinde yatanlar daha sonra köylerine döndüklerinde kan davasından vaz geçmiş, köylere kütüphaneler açıp, ağaç dikmiştir. Zaten o dönemde cezaevinde olanların çoğu kan davası nedeniyle ordaydı. Karşıma böyle çok insan çıktı. Nazım’ın Bursa yıllarında benim tespit edebildiğim hayatına dokunduğu, yüzünde Nazım izi olan altmıştan fazla insan var. Bu süreçte bir tanık başka bir tanığı daha bana getiriyor. Bu şekilde çok dolaştım, yıllar yılı süren beş yıllık bir araştırma yaptım. Aslında hala sürüyor diyebilirim, kitabın yeni baskılarında eklemek üzere, araştırmalarıma devam ediyorum.”
“Vatansever ancak herkesi sevebilecek bakış açışına sahip biri olabilir.”
Etkilediği insanlar yanında Bursa, Nazım Hikmet’in hayatında edebi anlamda da önemli bir yere sahip… Memleketimden İnsan Manzaraları bu şehirde yazılırken, Kuvâ-yi Milliye Destanı da yine Bursa’da tamamlanıyor. Bana öyle geliyor ki Bursa Cezaevi ile şair, yaşadığı ülkeye geniş bir pencereden bakıyor.
“Elbette, çok güzel bir konuya değindiniz. Bursa bir göçmen kenti, bunun yanında bazı özellikleri de var. Cumhuriyetin ilk döneminin Ankara ve İstanbul gibi çok önemli okulları burada. Bursa Kız Muallim Mektebi, Işıklar Askeri Lisesi, Bursa Mekteb-i Sultanisi, Ziraat Mektebi, Amerikan Kız Koleji… Bu okullar belli bir aydını öğrenci ve öğretmen olarak orada barındırıyor. Bir de o yıllarda şehirde güçlü bir halk evi mevcut. Ayrıca Bursa’ya asıl renk katan şey aldığı göç. Çerkesler gçç etmiş. Kafkaslardan Kırım Türkleri var. Bulgaristan, Yunanistan, Üsküp’ten var. Bursa Cezaevinde ’den Anadolu’nun dört bir yanından mahkumlar var. Kurtuluş Savaşı yeni bitmiş, henüz on yıllık bir cumhuriyet. Birçok mahkum savaşa katılmış, Kurtuluş Savaşı’nı Nazım’a anlatıyor. Mesela Kartallı Kazım, aslında İbrahim Göleber, Pendikli bir bahçıvan. Nazım’a savaşı anlatıyor. Abdullah Palaz, Antep Canavarı, lakaplı katil olarak cezaevine geliyor. Ancak çok farklı prototipi var. Kuvâ-yi Milliye Destanı’nı bu mahkumlarla da konuşarak tamamlıyor. Destanın içinde beni bu konuda doğrulayan çok veri var. Sonuç olarak Bursa’nın çok renkliliği, çok sesliliği Memleketimden İnsan Manzaraları’nın bu denli güçlü bir eser olmasında etkili. Bu eserler bize onun vatanını ne denli sevdiğini de gösteriyor. Bir insanın bir düşünceyi tartışıyor olması her konuda düşüncesini açıklıkla dile getiriyor olması, eleştirmesi vatanını sevip sevmediğinin ölçüsü olamaz. Günümüzde de maalesef insanlar çok kolay mahkum edilebiliyor. Vatanımı seviyorum diyen insanların çoğunun bu sevgi dilinde. Yaşamı, tavrı yada insanlara yaklaşımı uzun vadeli değil. Çocuklarının veya torunlarının diğer uluslarla savaşmasını savunuyor, asıl vatanlarını bunlar sevmiyor. Nazım bu yönüyle tam vatansever. Üstelik burjuva kökenli bir aileden geliyordu. İsteseydi çok rahat koşullarda yaşayabilirdi. Ama o düşüncelerini açıkça söylüyor. 1921 yılında aralarında Nazım’ın da olduğu bazı yazarlar toplanıyor Faruk Nafiz Çamlıbel, Vala Nureddin, Yusuf Ziya Ortaç, Yeni Ada vapuru ile kurtuluş savaşı hükümetine destek vermek için savaşa katılmaya gidiyorlar. Oysa o yıllarda pek çok şair kaçmıştı. Nazım ve Vala Nureddin, Mustafa Kemal’e görüşüyorlar, kurtuluş savaşına nasıl destek olabiliriz diye soruyorlar. O da şiirler yazmalarını istiyor. Bolu’da öğretmenlik yapıyorlar. Onların şiirleri ile İstanbul’dan akın akın gençler savaşa katılıyor. İşte o öyle bir vatanseverdi. Sadece ülkesini, vatanını değil dünyayı seven bir insandı. Bursa’da Alman faşizmin karşı savaşan Tanya’nın da şiirini yazıyor, Japonya’da Hiroşima’ya atılan atom bombası için de şiir yazıyor. Afrika, Latin Amerika’daki sömürgecilere de sesleniyor. Dünyayı, insanları sevmeyen birinin ben zaten vatanını da sevebileceğine inanmıyorum. “Vatansever biri ancak herkesi sevebilecek bakış açışına sahip biri olabilir.”
Güney Özkılınç Nazım Hikmet’e dair tüm bu araştırmaları yaparken, kuşkusuz pek çok ilginç detayla karşılaşıyor. Bunlar arasında öne çıkanı bir detayı bizimle paylaşmasını talep ediyorum.
“İki detay çok önemliydi. Biri kitaba başlamamı sağlayan bir tanıktı. Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları eserinde adı geçiyordu. Orada itiraz etti Sarı Seyfettin, Çerkes köyünün muhtarı diyor. Ben Bursa’da sorarak İnegöl’ün Güneykestane köyünde kızını buldum. Evde Nazım Hikmet’in yaptığı yağlı boya bir tablo çıktı. Sarı Seyfeddin’in tablosunu yapıp altına da 1940 Bursa, Nazım Hikmet yazmış. Aile babaları ve Nazım’la olan tüm anıları biliyor, bizimle de paylaştılar. Çok heyecanlanmıştım. Kenarda kıyıda kalan kahramanların birinin evindeydim. İsmini değiştirmeden kullanmıştı. Bunun yanında kuşkusuz bana heyecan veren çok tanıklıklar oldu ama yine kitaplarından birinde geçen hiç fotoğrafı olmayan Nuri Doğaç vardı. Nazım’ın Bursa’daki en sadık dostlarından birisidir. Cezaevinde değildir. Bursa’da bakliyat dükkanı var. Onu cezaevine giderken pazarda görüyor. Tanıyor, hemen gidip tanışmaya çalışıyor. Çünkü Nuri Doğaç kitaplarını gizli gizli okuyan birisi. Daha sonra da sık sık Nazım’a cezaevine yiyecek götürüyor. Fakat fotoğrafını hiç bulamadık. Oysa çok önemli biri, Piraye ile mektuplaşmalarını da sağlıyor. Bu bilgiyi de Piraye’ye Mektuplar bir ve iki kitaplarında okuyorum. Bahsi geçiyor. Manzaralarda da var. Geçtiğimiz haftalarda büyük bir tesadüfle Nuri Doğaç’ın kızıyla tanıştım. Bana babasının fotoğraflarını verdi. Nazım onun da tablosunu yapmış. Şuan evde duruyor. Bu olay çok yeni bir gelişme. Beni çok heyecanlandırdı.”