İLHAN SAMİ ÇOMAK
“Karanlığa teslim olmadım”
“Sıradan bir genç olarak cezaevine girdim, büyük haksızlıklarla otuz yılı
tamamladım ama şiir bana bir kimlik kazandırdı” diyor şair İlhan Sami
Çomak. Kendisi ile bir okur olarak tanışmam, hikayesini öğrenmem
sanırım on yıl öncesine dayanır. O günden bugüne özgürlüğüne
kavuşmasını bekledim, dava süreçlerinin yakından izledim. Her
mahkumiyeti sürdürme kararıyla hayal kırıklığım katlandı. Ancak
kendisi tüm büyük haksızlık ve mağduriyetlere rağmen “hiçbir zaman
karanlığa teslim olmadım. Yaşama kararlı şekilde tutukuyla bağlandım”
diyebilecek kadar güçlü durdu. Sonunda şair İlhan Sami Çomak
özgürlüğüne kavuştu ve Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği ve Işık
Kitabevi’nin davetlisi olarak Lefkoşa ve Mağusa’da iki farklı etkinliğe
katıldı. Özgürlüğüne kavuşmuş olmasının verdiği mutluluğu paylaşmak
ve şiirle aydınlanan direniş öyküsünü anlatmak için bir araya geldik.
“Özgürlük mutlulukla tarif edilen bir şey”
Cezaevinden çıktıktan sonra ilk birkaç gün içinde gerek Mirgün
Cabas, gerekse de Can Dündar ile yapılan röportajlarda,
özgürlüğün anlamı üzerine konuşmalar geçti. O günlerde özgürlüğü
“insanın sevdiklerine sınırsız dokunma imtiyazı” olarak
tanımlamıştınız. Bugün özgürlük tanımına bakacak olursak…
“İlk günden farklı bir değelendirmem yok. Bir ömür cezaevinde süren
dönemden sonra aileme kavuşmak açıkça özgürlüğün bir tanımı olabilir.
Sevdiklerime sınırsız erişim imkanı, genişliği, insan yüzlerinin çeşitliliği
bir tanım olabilir. Tüm bunlar yanında sanırım özgürlüğün benim için
bariz bir tanımı yok. Özgürlük çok soyut değil. Somut olaylar üzerinden,
tek tek olaylar üzerinden değerlendirmem daha doğu ve geçerli olur.
Bugün baktığımda eklemek istediğim özgürlüğün mutlulukla ilgili bir
şey olduğu. Nasıl ki hapsedilme kişiye acı veriyorsa, özgürlük de
mutlulukla tarif edilen bir şey. Benim dünyamda da son üç ayda temel
duygu bu. Mutluyum. Bu mutluluk özgürlükle genel bir mutluluk.”
“Şiirler birbirimizi benimsememiz özgürlük yoksunu olmamla ilgili”
İlhan Sami Çomak ile şiir yazmaya nasıl başladığını konuşuyoruz.
Cezaevine girmemiş olsa, yine şair olur muydu diye merak
ediyorum.
“Cezaevine girmemiş olsaydım çok byük ihtimalle şiir yazmazdım. Şiir
yazabilmek için iyi bir okur olmak gerekiyor. Oysa ben öyle bir ortamda
büyümemiştim. Okumayla esas olarak cezaevinde daha yoğun olarak
ilgilendim. Hayattan koparılmasaydım, özgürlükten men edilmeseydim
şiire uğramazdım. Sanırım şiirle birbirimizi benimsememiz özgürlük
yoksunu olmamla ilgili. Aslında hem özgürlük hem de temelde hayat
yoksunuydum. Böyle olunca şiirle birlikte benden çalınan hayatı, benden
çalınan özgürlüğü kendime çağırmış oldum. Şiir bana hayatı getirdi. İlk
şiirimi sanıyorum 2000’li yılların başında yazdım. Tabii şiir bilgim
yoktu. Nasıl yazılacağını da bilmiyordum. Kimse de bunu bilemez
herhalde. Şiir öğrenilecek bir şey değil. Deneyerek, yanılarak bu yolu
yürüdüm. Etrafımda beni yönlendirecek, bana katkı koyacak şiir
bilgisine sahip biri de yoktu. Her şeyi kendim yaptım. İyisini, kötüsünü
kendim kestirdim. Tekrar tekrar çalıştım. Zaman içinde belli bir açıklığa
kavuştum.”
“Anılarımın verdiği güçle damıta damıta üretmeye çalıştım”
Edebiyatın bana dair en önemli özelliği, okuru her daim bambaşka
dünyalara taşıma gücü. Bu anlamda İlhan Sami için bu bir avantaj
olsa da iş yazmaya geldiğinde işlerin zorlaştığını düşünüyorum.
Çünkü duygunun bu denli sınırlı olduğu, yılların duvarlar ardında
geçtiği bir ömürde duyguyu canlı tutmak ve bir şeyler üretmek hayli
zor olsa gerek. Kendisinin Karınca Yuvasını Dağıtmamak isimli
kitabında bu duruma dair önemli bir ifadesi var. “Cezaevinde şair
olmak ısrarla içinde bulunduğu şartları aşmak, çabasını gerektiriyor
her şeyden önce. Maphusluk şartları bulunduğun yerde, mekanın
sıkıştıran, yetenek hayal ve yaratıcılığa set çekmeye çalışan
kapatılmışlığıyla mücadele etmek durumundadır.
“Dışarıda bir şair çok geniş bir hayat ve okuma imkanına sahipken ben
kapatılmakla birlikte bu imkanlardan men edildim. Deneyim ile birlikte
şiire ulaşma imkanım yoktu. Bu açığı çok okuyarak kapatmaya çalıştım.
Bunun dışında geçmişe, anılarıma tekrar tekrar dönmek zorunda kaldım.
Anılarımın adeta üstüne kapanarak oradan şiire malzeme toplamaya
çalıştım. Bunu yaparken de çok savruk olamazdım. Çünkü dışarıdaki
hayatım sadece yirmi bir yıldı. Bunun bilinçli dönemi birkaç yılı ancak
kapsar. Dolayısı ile bana güç verecek, şiirime yön verecek, duygularımı
takip edecek hatırlarım, yaşanmışlıklarım da yoktu. Okuyarak,
anılarımın bana verdiği güçle damıta damıta üretmeye çalıştım.
Cezaevinde diğer bir zorluk zamanı iyi değerlendirmektir. Ciddi şekilde
tecrittesiniz. Kitaplara ulaşma imkanım da yoktu. İki ayda ancak yedi
kitap alabiliyordum. Dergi hiç yoktu. Dolayısı ile cezaevinin şiirdeki
akışkan duyguya karşı olduğunu yaşamımdan biliyorum. Cezaevi sadece
şiire değil insana da karşı bir durumdur. Orada yaşadığım kötülükle de
mücadele etmek durumundaydım. Bunun dışında disiplinli çalışmak,
hayal gücünü çağırmak ve yeteneğimi bunların hizmetine vermek gibi
zor görevlerim vardı.”
“Hiçbir zaman karanlığa teslim olmadım”
İlhan Sami Çomak’in şiirlerini okuduğumda özlem ve hüzün
hissediyorum ama karamsarlığa yer yok. Ayrınlık, dirençli şiirlerle
yaşama tutunma var. Hatta kendisi daha önce verdiği bir röportajda
cezaevine dair sadece iki şiir yazdığını söylüyor.
“Kara bir dünyada yaşıyordum. Ona teslim olmak, mağduriyeti tekrar
tekrar işlemek mümkündü ama bu çok basit bir tutum olurdu. Bir şair
tavrı olmazdı. Ayrıcalığım da tüm bunlardan imtina etmektiŞiirimle daha
çok özlem ve isteklerimi anlattım. Hayatı istiyordum. Yaşama derin
tutukuyla bağlıydım. Şiirimde dile gelen de buydu. Şiirimi görünür kılan
gerçeklik de bundan dolayıydı. Ben hiçbir zaman karanlığa teslim
olmadım. Şiirlerim de bunu kanıtlıyor olsa gerek.”
“Çocukken Kıbrıs’ı dünyanın sonu sanıyordum”
Hayatını anlattığı Karınca Yuvasına Çomak Sokmamak ismini
verdiği kitabında çocukluktan itibaren aslında zor zamanlar
geçirdiğini anlıyoruz. Türkçe bilmeden ilkokula başlamak zorunda
kalışı, daha sonra Alevi olmanın verdiği bazı sıkıntılar. Tüm
bunların devamında ise henüz 21 yaşında somut olmayan delillere
dayandırılarak, bir ömür cezaevinde geçirme … İnsan bunları
yazarken bile dehşete düşüyor. Tüm bu satırların arasında Kıbrıs’a
dair çocukluğundan bir anı okuyorum.
“İlk kez Kıbrıs’a geliyorum. Kıbrıs’a dair çocukluk anım çok güzel.
Sıcak bir anı. Ben çocukken Kıbrıs’ı dünyanın sonu sanıyordum. Kitapta
da yazdığım gibi çok yağmurlu ve karlı geçen bir yılın ardından baharda
kaldığımız dağ köyü sular, seller altında kalmıştı. Ağaçları, taşları
yerinden etmişti. O yıllarda da sanırım Kıbrıs’a yapılan harekat
nedeniyle ada gündemimizdeydi. Herkesin dilinde bir Kıbrıs vardı. O
çocuk aklımla bu sel suları herhalde Kıbrıs’a gidiyor demiştim.
Dünyanın sonu Kıbrıs olduğuna göre de sular oraya dökülüyordu. Öyle
komik bir anım var.”