HÜSEYİN KIRMIZI “Ucubeler Sirki gerçek olmakla birlikte, hikayede yaşananlar kurgudur ”

 

Hepimiz Hüseyin Kırmızı’yı tanıyoruz, biliyoruz. Sahne performansları, konserleri, pek çok albümü, özgün besteleri, Lefkoşa Belediye Orkestrası’ndaki çalışmalarıyla çok yönlü, çok üretken, çok çalışkan bir müzisyen ve besteci. Şimdi, tüm bu niteliklerine bir yenisini daha ekledi. Her ne kadar, “ben yazar değilim,” dese de Alaşiya Yayınları’ndan çıkan kitabı “Ucubeler Sirki” raflarda yerini aldı. Üstelik bu kitap, hem okunuyor hem de dinlenebiliyor. Hüseyin bu hikayeye özgün olarak yazdığı senfoniyi kitapla birlikte paylaşıyor. Tüm bunları nasıl başardığını kendisinden dinliyoruz.

 

 

“Babam müzisyendi, küçük yaşta müzikle tanıştım”

Bir araya gelme nedenimiz elbette Ucubeler Sirki. Ancak Hüseyin’in dünyasının kapılarını biraz daha aralayalım istiyorum. Sohbetimize müzikle başlıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki müzik Hüseyin’in hayatına dahil olmamış, Hüseyin müziğin olduğu bir hayatın içine doğmuş.

“Müzisyen bir ailede doğdum. Çok küçük yaşlarda müzikle tanıştım. Babam müzisyendi. Dedem de kendine göre enstrüman çalardı. Babam Mehmet Kırmızı bas gitar, klavye çalıyordu. Çevresi sürekli bizim evdeydi. 80’li yıllarda bir orkestraları vardı. Devamlı eve müzisyenler gelir, çalışmalar yapar, müzik dinlerlerdi. Ben de bu şekilde yavaş yavaş müziği merak etmeye başladım. Ne zaman ki müzik hayatımda ciddi bir noktaya geldi, babam alaylı olduğu için beni müziğin ilmini öğrenmem için özel derslere gönderdi. Yavaş yavaş gelen müzisyenlerle, annemin dinlediği yabancı albümlerle, bir yandan klasik müzik, bir yandan güncel, popüler müzikleri, müzik tarihindeki eserleri keşfetmeye başladım. Böylece yavaş yavaş gelişti. Üniversite eğitimime de müzikle devam ettim. Müzisyenliği hiçbir zaman meslek olarak görmedim. Her zaman sevdiğim için yaptım. Bir bakıma mesleğim oldu tabii ama ülkemizde sanatçı olmak, müzisyen olmak, meslek olarak kabul edilmediği için büyük sıkıntılar da çekmiyor değiliz. Sonuçta ben de hayatımı müzikle kazanıyorum.”

“Renkleri göremeyen insanlara, on rengi seslerle anlattım”

Her zaman farklı, özgün, yaratıcı işler ortaya çıkaran Hüseyin son olarak görme engelliler için renkleri anlatan bir albüm yapmıştı. Ben bu çabasını unutamam…  

“Çok kitap okuyorum. Kitap okumak insanda pek çok yetenek geliştiriyor. Bunların başında da empati yeteneği… Bir gün renklerle ilgili bir fikir geldi aklıma. Görme engelli insanlara müzikle, sesle renkleri nasıl anlatabileceğimi düşündüm. On rengi görme yoksunu insanlara seslerle anlatmak istedim. Böylece yaylı dörtlüsü için klasik formatta on eser yazdım. İktisat Bankası’nın katkılarıyla kayıtlarını Prag’da Prag Senfoni Orkestrası üyeleri ile yaptık. Mix Emre Yazgın tarafından yapıldı, masteri de yine Prag’da yapıldı. Bu albüm benim hayatımda çok önemsediğim çalışmalarımdan biridir. Gelirini de Görme Engelliler Derneği’ne bağışladık. Bin CD bastık, hepsini de sattık.”

“Belirli bir olayı müzikle anlatmayı seviyorum”

Yeniden farklı bir çalışmaya imza attı Hüseyin; bir hikaye okumak üzere aldığım kitabın içinde, hikaye için yazılan bestelerle de karşılaştım. Bu durumda elbette çok merak ettim. Önce yazma fikri doğdu, kelimeler de bestelerin ilhamı mı oldu?

“Aslında niyetim esas olarak üretmekti. Benim klasik müzikte sevdiğim bir forum var, program müzik dedikleri, senfonik şiir olarak da geçer, senfonik skeç olarak da geçer, bu tarz eserleri çok seviyorum. Belli bir fikri, cismi veya belli herhangi bir şeyi, olayı, süreci, müzikle anlatmak… Bunu bir önceki albümde de renkleri anlatmak için kullanmıştım. Ayrıca bazı tarihsel süreçleri de bu şekilde anlattığım çalışmalarım var; bir saatlik, bir buçuk saatlik senfoniler yazıp anlatmaya çalıştığım olaylar var. Onlar hala bilgisayarımda duruyor tabii. Burada da benzer bir şey yapmak istedim. İçimde adeta bir ateş yanıyordu. Anladım ki yeni bir şey üretmem gerekiyor. Kitaplarımı karıştırmaya başladım. ‘Neden ben de bir hikaye kaleme almayayım?’ dedim. Kafamda zaten belli bir olaylar zinciri vardı. Kısa bir özet yazdım önce. Daha sonra da özetten yola çıkarak notaları yazmaya başladım. Bir taraftan hem özet gelişmeye başladı, konular, olaylar oluştu, öte yandan eş zamanlı olarak müzik tarafı gelişmeye başladı. Çok zor bir süreç oldu. Yazmak için evet, zihnimde belli bir konu vardı. Onu hayal gücümle, yaşadığım çevren ile sosyal olaylarla birleştirip yarattım. Diğer taraftan ise o süreci notalara, seslere dökmek çok daha zor oldu.”

Kitaba Ucubeler Sirki ismini verirken, bende yaşadıklarımızı çağrıştıran Hüseyin, ucubeler sirkinin hikayesinin çok eski zamanlara dayandığından söz ediyor.

“İnsanlık tarihinde yer alan kara lekelerden biri bence ucubeler sirki. Böyle sirkler vardı gerçekte. Geçtiğimiz yüzyılın başlarında 18. Ve 19. yüzyıllarda Avrupa ve Amerika’da sirkler vardı. Bu sirklerde doğuştan engelli, genetik bozukluğu olan insanları bir araya toplayıp onlara gösteri yaptırıyorlardı. İnsanlar da bu sirkleri maalesef para verip, izleyip eğleniyorlardı. Bu iki yüzyıl, yaşanan olaylar her zaman ilgimi çekmiştir. Gerçek bir tarih aşığıyım. Aklıma ucubeler sirki geldi. Şevket Öznur hocam da bana bu süreçte yardımcı olmuştu. Demişti ki, ‘Yazar kendini yazar.’ Biraz da çevremdeki, sosyal olaylardan, koşullardan, yaşadığımız coğrafyadan etkilenerek de aklıma bir şekilde bu isim geldi. Olayları bunun içinde kurgulamaya başladım.”

“Hikayede her zaman daha iyisine ulaşmaya çalışan bir çocuk var”

Kitabın kendi içinde de zaten bir paradoksu bulunduğundan bahsediyor Hüseyin… “Hikaye gerçek olmakla birlikte yaşananlar kurgudur…”

“Cümle de hikaye de bir paradoks aslında. Okura çok da fazla anlatmadan biraz konusunu özetleyeyim hikayeyi. Bahsi geçen ucubeler sirkinin sahibesi normal olarak tanımlayabileceğimiz bir kadın. Geriye kalan tüm sirk çalışanları çok uzun boylu, çok kısa boylu, çok tüylü, üç elli, iki başlı… Günün birinde bu kadının da bir çocuğu oluyor. Genetik deformesi olmayan bir çocuk bu. Hikaye de zaten kapalı devre diyebileceğimiz bir döngü içinde kalan bu çocuğun hikayesi yani… Her zaman merak eden, sorgulayan, her zaman daha iyisine ulaşmaya çalışan, bunun için de bir şeyler yapmaya çalışan bir çocuğun hikayesi… Ancak gel gelelim günün sonunda çocuk bir yerlere varıyorsa da geçmişi peşini bırakmıyor. Ne yaparsa yapsın geçmiş yine karşısına çıkıyor. Başladığı yere dönüyor.”

Kitaptaki mesaj tam da bu… Çok keyifle, bir anda okudum bitirdim, dinledim. Nasıl dinleyebildiğimi ise Hüseyin anlatıyor.

“Artık CD teknolojisi de yavaş yavaş geride kalıyor. Bu nedenle bir deneme yaptım. Hikayeyi anlatan müziklerin QR kodu var. Okuyucular kitabı aldıklarında telefonlarına okutup, hazırladığım senfoniye ulaşabiliyorlar. Sanırım ülkemizde bu tarz kitap basılmadı ama dünyada benzer örnekleri var. Fakat aynı anda bir kurgu olayı hem edebi hem de müzikal şekilde anlatan bir çalışmaya rastlamadım diyebilirim.”

Bu durumda ortaya şöyle bir soru çıkıyor tabii: Bir edebiyat eseri yazmak mı daha zor yoksa beste yapmak mı?

“Hiç biri zor değil. Yeter ki insanda inanç, hedef, istek olsun. Ben kendime yazar demiyorum. Ben bir hikaye yazdım ve ona müzik besteledim. İstedikten sonra da yapılabiliyor. Yeter ki istek, inanç yanında belli de bir entelektüel altyapı olsun. Gerisi elbette gelir. Ben de çok zorluklar çektim. Destek aldım. Fakat hiçbir zaman yılmadım. Böylece ortaya bir şeyler çıkardım.”

Bundan sonrası için hedeflerini de konuşuyoruz. Ben kitabı okurken Ucubeler Sirki’ni sahnede de hayal ettim.

“Aslında projemizin ilk aşaması müzik ve hikayeyi ortaya çıkarmaktı.  İkinci aşamada ise animasyon tarzında bunun bir kısa filmini yapmaktı. Fakat salgın koşullarından ve maddi zorluklardan dolayı ikinci kısmı hayata geçemedi. Bir sonraki adımımızı değiştirdik. Kitaba tanıtım da yapamadım. İkinci adımda böyle bir hedefim var. Gerekirse Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndan da destek alıp, canlı konseri ile birlikte kitaba tanıtım yapmak istiyorum. İlerleyen zamanlarda kısa animasyon filmi yada sahneden müzikal olarak gösterimi olsa harika olur tabii.”

 

“Ülkeyi geleceğe taşıyacak sanat, spor ve bilimdir”

Değinmeden geçemeyeceğimiz bir konu daha var. Hepimiz biliyoruz ki salgınla birlikte müzisyenler çok  zor günlerden geçiyor. Neyse ki Hüseyin çalışmaya, üretmeye devam ediyor…

“Bu konu çok önemli, çok büyük konu. Özellikle hayatını sahneden kazanan müzisyenler çok zor durumda. Zaten ben her zaman söylüyorum ülkemizde müzik sektörü diye bir sektör henüz oluşmadı. Bu tam olarak oluşamayan yapıyı salgın ve devletin sanat politikasının da olmaması yerle bir etti. Yapabileceğimiz tek şey müzisyenlerin birbirine yardımcı olması. Bize bizden başka biri bakmayacak. Orası kesin. Şu anda önce tabii ki sağlık geliyor ama bu insanlar da bu ülkenin vatandaşı. Hepsi mağdur durumda. Benim düşünceme göre bir ülkeyi geleceğe taşıyacak olan olgular sanat, spor ve bilimdir. Münhasır medeniyet seviyesindeki ülkelere baktığımızda da bu üç olguya çok değer verildiğini görüyoruz. Bizim ülkemizde ise hayat normale yavaş yavaş dönüyor olmasına rağmen, müzikle uğraşan müzisyenlerimiz hala aç, spor sınırlı, okullar kapalı. Devletimizin sanat politikasına çok ihtiyacı var. Bu yönde çalışmalar yapılmalı. Sanata daha çok önem verilmeli. Bu da nasıl olur? İlkokuldan sanat eğitimine başlanmalı. İlkokullarda sanatın önemi çocuklara anlatılmalı. Çocukların sanatla, sporla büyümesi gerekiyor, sınavla değil. Sanatı, sporu, bilimi geliştirmeyi başarırsak ülkemiz zaten gelişecektir. Fakat bunların olmadığı bir ülke gelişemez.”

 

Röportaj fotoğrafları Nedim Enginsoy