HARUN ANTAKYALI
“Yaşarım, yaparım, tüketirim”
Harun Antakyalı, Türkiye’nin önde gelen yeni nesil ressmalarından biri
olarak anılıyor. Egemen kültüre karşı alternatif, anarşist anlatı
geliştirebilme cesaretine sahip olan sanatçı, ruhunu metropole teslim
etmiş bir sanatçı… Öncelikli malzemesi şehrin özü beton ve şehir
insanları. Şehir insanlarını beton üzerine çok başarılı biçimde yansıtmayı
başaran sanatçı, beton ile kendine tuval alanı sağlamayı başarmıştır.
Bu kez gençlik işleri ile yeni dönem çalışmalarını içeren 150’den fazla
eseri Ankaralı sanatseverlerle buluşturan sanatçı, özgür figürleri ve
renkleriyle beni büyülüyor. Kızı Ece Antakyalı’nın küratörlüğünde
hazırlanan sergide, sanatın, şehirin, şehir insanların karmaşık ilişkisini
anlamaya çalışırken, sataçının hayatında da bir yolculuğa çıkma şansına
sahip oluyoruz. Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar
Merkezi’nde yer alan ''20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla”sergisinde sanatçı
Harun Antakyalı ile biraraya geldik.
“Avangart insanların çoğu zaten hayatta ezber bozar”
Hacettepe Üniversitesi resim bölümünden mezun olan sanatçı Harun
Antakyalı, zaman içinde gerek kullandığı malzemeler, gerekse de
eserlerindeki biçim ve formlarla, “ezber bozan sanatçı” ünvanını
aldı. Sanatının detaylarını bizimle paylaştı.
“Malzeme ile benim tanışıklığım aslında çocukluk yıllarımda başladı.
Dayım tabelacıydı. Ben ona ilkokuldayken yaz tatillerinde yardıma
gidiyordum. Daha sonra gün içinde de gitmeye başladım. Liseye
geldiğimizde yönettiğim atölyem vardı. Bu atölye kültürü, eski ustalar
sayesinde birçok malzeme ile tanıştım. Sorumluluk geliştirdim. Boyanın,
malzemenin imkanlarını zorlamaya başladım. eserlerim daha tekniğe
dayalı, hatta adını koyamadığım çalışmalar. Malzeme ile iş yapıyorum
ama bu informel sanat içinde de değerlendirilenilir, bir kalıba koymam
gerekiyorsa, dekolaj olarak da değerşendirilebilir ama tam olarak hiçbiri
değil. Kendi malzememi artık kendim oluşturmaya başladım diyebilirz.
Belki de bu anlamda bu ifade kullanılmış olabilir. Aslında avangart
insanların çoğu zaten hayatta ezber bozar. Sadece ben değilim. Yine de
birileri bana böyle bir yakıştırma yaptıysa, bu emeğimin karşılığı
olabilir.”
Eserlere bütün olarak baktığımızda sanatçının özellikle 2010
yılından sonra malzeme olarak betona yöneldiğinizi çık biçimde
görüyoruz. Elbette bunun nedenini kendisi şöyle anlatıyor…
“Artık kendi özgün yüzeylerimi oluşturmaya başlamamdan kaynaklanan
bir durum betona yönelmem. Bunun temelleri de 2005 yılında atıldı.
Betonu ilk başta zeminde kullanmaya başladım. Tuvale dönüştürücü bir
malzeme olarak kullanmaya başladım. Duvar etkisi almaya
çalışıyordum. Sonra bu ön plana çıkmaya başladı. Ön plana çıkınca
beton ve çimentoyu reklendirici olarak kullanmaya başladım böylece çok
daha farklı etkiler elde ettim. Önce tuvalde denedim. Beton tuvaller
yaptım. Sonra üzerine farklı malzemeler girdi. 2010’dan itibaren böylece
beton işlerim ortaya çıkmaya başladı.”
“Sadece ve sadece resimle yaşamak Türkiye’de çok zor”
Uzun bir aradan sonra Ankara’da bir sergi açtı, Harun Antaklayı…
Geçmişe gittiğimizde ise ilk sergisi yine Ankara’da 456 ismli karma
bir sergiydi. Ankara İstanbul arası km sayısı… Günümüze
baktığımızda sanatçı Türkiye çağdaş sanatında çok önemli bir yere
sahip… O yıllarda, bugünleri hayal etmiş miydi, öğrenmeye
çalışıyorum.
“Aslında her zaman söylüyorum ben hayallerimin yanından geçtim,
onlara hiç dokunmadan… elbette her yaşın farklı hayalleri vardır
bugünkü konumumun bu şekilde olacağını hayal etmiyordum çünkü çok
zor bir maraton. Vazgeçmeyeceğimi biliyordum da vazgeçtirecek
ortamlar da olmadı değil. Tek başınısın, bağımsız olarak sanat yapmaya
çalışıyorum. Hiçbir yere bağlı değilim. Bunda benim eşimin ve
çocuklarımın büyük desteği var. Biz alile değil ekibiz. Biz atölyede
yaşıyoruz. Evimin bi köşesi atölye değil benim evim atölye. Önceki
hayallerimden biri de buydu. Onu da başardım. Şimdi süreç kendini
getirdi. Zaten kurgulanmış olsaydı hiçbir şey bu denli samimi olmazdı.
Hayalim sanat yapan insan olarak ayın sonunun hesabını yapmamak.
Ekonomik olarak bağımsız olmak, rahat üretmek… Ülke şartlarında
bugün bunlara ulaşmış olmak bile benim hayallerimin ötesi. Sadece ve
sadece resimle yaşamak Türkiye’de çok zor. Oysa ben yıllardır bunu
başarıyoum.”
“Figürler de kendi diliyle oluştu”
Şimdi baktığımızda daha çok figüratif çalışmalar, büyük yüzler
dikkat çekiyor. Sanatçı figüre olan düşkünlüğünü şöyle açıklıyor.
“Figürleren önce aslında nanfigüratif çalışmalarım vardı. Metropol
kirlenmeleri diye de bir sergi çamıştım bu çalışmalarımla. Formel
sanatlara gönderme yapmıştım. Kirlenmiş duvarlar, yırtılmış afişler,
detayların büyütülmüş helleriydi diyebilirm. Ama bunların resmini
yapmıyordum, ben yüzeyde bunları elde ediyordum. Önceden
nonfigüratif yaptığım şeylere, metropolün duvarlarıyla başladım. Sonra
da buna metropol insanını ekledim. Benim zaten figürlerime dikkat
ederseniz ya tektiler yada çok kalabalıklar. Onları belli bir denklem
içinde göremezsiniz. Benim için onlar sadece metropol insanı ama
bunlar birileri veya modelelr değil. O figürler de kendi diliyle oluştu.
Ben figürümü ne stilize yaparım ne de formel. Benim figürlerim her
zaman özgürdür. Onlara özgür figür diyorum gerekgerekiyosa yüzeyde
yerini alır. Esasında mekanların bir şeylerle ilişkiye girmesi için figür
çalışmaya başladım. kent yaşamını seven biriyim. Gece yaşarım. Hep
insanlarlayım. Ister istemez bu beni etkiledi. Birçok resmim de
figürsüzdür. Belli bir düzen yok. Hiçbirini kurgulamam. Eskiz yapmam.
Ben sadece yaşarım, yaparım tüketirim.”
Böyle bir hayat şiarı var sanatçının… “Yaşarım, yaparım,
tüketirim.”
“Ben yaratmıyorum. Derler ya sanat yaratıcılıktık. Öyle değil. Eserim
benden gittiği an benden çıkıyor. Yaşıyorum bazen on beş yıl aradan
sonra bir eserimi görüyorum. Başkasının koruması altında çok da
hoşuma gidiyor. Onu ben aslında yapmışım, tüketmişim, artık
karşıdakinde yaşıyor ve o da bir sonraki kuşağa aktararak yaşatacak.
Bende olsa ne olacak, belki de birkaç yıl sonra bu değil diyerek onu yok
edeceğim. Ben öyle yaşarım. Eski resmime acımam. Değişir. Yaşayıp
yapıp tüketmek tam da bu anlamda.”
“Anarşizmin A sı düz yuvarlak içindedir, ben o A harfini de ters
çevirdim”
Sataçıya dair ilginç detaylardan biri de ters A harfini imza olarak
kullanıyor olması…
“Ters A harfini zaten kullnıyordum. Öğrenciliğimde ezber bozan falan
denir ya, anarşizmin A sı düz yuvarlak içindedir, ben o A harfini de ters
çevirdim. Bence onlar da çevirmeliydi. Ben de anarşistim diyebiliriz.
Simgem haline geldi. Yoksa öyle tanınmak gibi bir çabam yoktu. Ama
artık uzun uzun adımı yazmak yerine sadece onu yazıyorum. Elbette
tuval arkasına ıslak imza atarım. Yaptığımız eserler el değiştirmeye
başladı. Birisi başka birine satabilir. Garanti belgesi olarak ıslak imza
önemli. Gençlere de çağrım olsun. Tüm dünyada böyledir tuvallerin
arkasındaki ıslak imza, o resmin sertifikasıdır. Önde sizi tanıtacak bir
imza olsa da arkada tarihli ıslak imza olmalı diyorum.”
Sanatçı resimlerinde ayrıca sembolik öğelerle toplumsal sorunlara
göndermede bulunuyor….
“Ben herhangi bir sorun için birilerine gönderme, yazı, sloganla
uğraşacak biri değilim ama bu benim kendi dünyam. Derdimi söylerim,
riske de girerim. Biri sever biri sevmez oda benim çok umrumda olmaz.
Sevenim de vardır, sevmeyenim de. Birilerine ulaşmak için de bir şey
yapmıyorum. Her zaman söylediğim gibi tüm bunları yarın yargılar.
Yarına kalmak için resim yapmıyorum, yaptıklarım yarına kalacaksa
demek ki ben bu süreçteki görevimi yapabildi.”
Son olarak Ankara’da açılan son sergisini konuşuyoruz. Uzun bir
geçmişr dayanan eserlerinden oluşuyor.
“Aslında bu sergi fikri kızımdan çıktı. Belki de benim için erkendi ama
kızım hep bunu düşünüyordu. Tiyatro eğitimine başladı, daha sonra sanat
yönetimine devam etti. Öğrenciliğinden bu yana kafasına koymuş.
Zaman içinde yetişti. Önceleri atölyemi temsilen çalıştı.
Kordinasyonlarda bulundu. Teori dışında pratiği öğrendi. Daha sonra da
bana bu fikirle geldi. Geçen yüzyılda yapılan eserlerle, bu yzüyılda
yaptıklarımı birleştirelim istedi. Retrospektif de diyebiliriz. Geçmişte
yaptığım, depoda duran, görülmeyen eserlerimi buldu. Ben aslında
yapabileceğini düşünmedim ama çok sistemli çalıştı. Ankara ve
İstanbul’da iki ayrı atölyem var. İkisi arasında mekik dokudu. Tüm arşivi
ortaya çıkardı. Gülerek bana şöyle dedi, hiçbir şeyi atmamışsın, ama hiç
düzenli de değilsin. Şimdi bununla birlikte kızım Ece Antaklayı dijital
arşivimi oluşturmaya soyundu. Bununla birlikte dijital arşivimi
düzenledi. Bu sergi de alonu ikiye bölerek bir tarafta doksanlar, ,k,
binlerin başı, öte tarafta da 2010 yılı sonrası İstanbul atölyemden çıkan
üretimler var. Çok güzel geri dönüşler aldık. Kızım bana göre zoru
başardı. Yapılacak söyleşilere kadar tasarlamıştı. Her şey yerli
yerindeydi. Beni de ikna etti. Bence her sanatçıyı ikna edebilir. Çok
güzel de bir sergi yazısı yazdı. İlk okuduğumda çok duygulandım.
Kızıma teşekkür ediyorum.”
Harun Antaklayı ile ileriye dair planlarını da konuşarak,
sohbetimizi tamamlıyoruz… Zihninde yine kızıyla birlikte büyük bir
proje var.
“Kafamda hep bir şeyler var. herkes beni büyük yüzeylerin ressamı
olarak tanıyor. Şimdi daha da büyük bir şeylerle sanatseverlerin karşısına
çıkacağım. Ama bunun da fiziki ortamını sağlamam lazım. Daha geniş
bir atölye … Ne yapabilirz . Kızım bu kez çalışma sürecimi de
belgelemek istiyoruz. Bu çok uzun soluklu bir proje. Hem büyük bir
ortamda çalışacağım artık, hem de tüm o süreci belgeleyerek, aslında
biraz dokumanter bir çalışma olacak. Ben de heyecanladım.”