“Çamur ruhumla birleşerek yaşanmışlıklarımı anlatıyor” – Vedia Okutan
“Çamur ruhumla birleşerek yaşanmışlıklarımı anlatıyor”
Yirmi üç yıllık arkadaşım Vedia Okutan ile ilk kez bu denli yoğun biçimde sanatını konuşma imkânı buluyoruz. Her insanın kendini bir ifade biçimi varsa bu hayatta, Vedia için bu kuşkusuz çamurdur… Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nde akademisyen olarak kariyerine devam ederken, sanatsal çalışmalarını hep sürdürdü. Yeni sergisi “Eşyanın Ruhu’ Yekpare Geniş Bir An” ise beni hayli etkiledi. Çünkü bu sergide hayatında iz bırakan, ağır basan anları seramikle, edebiyatla bütünleştirdi.
“Sanatta başarılı olmak için çok deneyimlemek ve çalışmak gerek”
Yıllardır Vedia’yı tanımama rağmen sanata yönelişinin öyküsünü ondan ilk kez dinliyorum. Resim öğretmeni olan annesi Güzin Okutan’nın sanat hayatındaki rolünün büyük olduğunu ise hep tahmin etmekteydim.
“Annem resim öğretmeniydi. Ben doğduğum andan itibaren hayatımızda, boya kalemleri, sulu boyalar, çamur oldu. Annem sanatı bana sevdire insandır. Beni ve kardeşimi küçük yaştan itibaren hep sergilere götürürdü, arkadaş çevresi de hep sanatçılardan oluşurdu. Sanata olan sevgim, ilgim annemin yönlendirmesi ile başladı. Ben lisede 20 Temmuz Fen Lisesi’nde eğitim alırken, lise ikide dershaneyi bıraktım. Salih Oral’dan desen dersleri almaya başladım. Benim neslimden pek çok sanatçının yolu da Salih hocadan geçmiştir. Böylece yetenek sınavlarında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik bölümünü kazandım. İlk tercihimdi. Çocukken haylaz bir çocuktum. Hanım kız çocuklarından değildi. Çamurla oynamayı, batıp çıkmayı, kirlenmeyi severdim. Sanatsal anlamda da beni her zaman üç boyut algısı etkiledi. Seramikten sonra tercihim heykel olurdu ancak.
“Çalışmaya başlarken işimin bitmiş halini zihnimde canlandırabiliyorum”
Vedia Ankara’da aldığı lisans eğitiminin ardından yüksek lisansa da devam etti, kendi deyimiyle böylece çamura korkusuzca yaklaşmayı öğrendi…
“Ardından yine Ankara’da yüksek lisans yaptım. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak da çalıştım. Tabii yüksek lisans bana çok bilgi, deneyim kazandırdı. Pek çok deneysel çalışma yapmama vesile oldu. Sanatta başarılı olmak için çok deneyimlemek, çok çalışmak gerektiğini anladım. İnsan bir şeyi ne kadar çok yaparsa, o kadar çok bilgi birikimine sahip olur. Böylece korkusuzca çalışmayı öğrenir. Bu seramik için de geçerli. Ben artık çamura korkusuzca yaklaşmayı öğrendim. Bugün fark ediyorum ki, artık çalışmaya başladığımda, işimin bitmiş halini zihnimde canlandırabiliyorum. Elbette bazen deneysel süreçler de olabiliyor, çünkü biliyorsun seramik bir anda yapılıp bitirilecek bir iş değil tabii. Sonuçta çamur benim ruhumla birleşir, yaşanmışlıklarımı anlatır. Böylece tüm bu hislerimle işlerim birleşince hikayelerim doğar. Yaparken ortaya ne çıkacağını, herkesin nasıl bulacağını düşünmem. Esas olan benim ne hissettiğimdir. Sanırım o nedenle de çalışmalarım hep duygu yüklüdür. Çünkü tüm duygularım gerçektir, gerçekten yaşanmıştır. Tüm bu sebeplerden ötürü her zaman çamur ne anladı, görenlere ne hissettirdi, ne düşündürdü ama yaşandı, derim. Her zaman savunduğum da budur, bir şey yapabilmek için önce yaşamak gerek. Hissetmek gerek. Sanat zorlama ile olmuyor.”
Her zaman Kıbrıs’a dönme hayali ile Türkiye’de yaşadığını anlatan Vedia, Yakın Doğuda devam eden akademik hayatını, bu hayatın onu zenginleştirdiğini söylüyor.
“Ankara’yı çok sevmeme rağmen, her zaman Kıbrıs’a dönme, burada kendime bir hayat kurma hayalim vardı. Böylece Kıbrıs’a döndüm, evlendim. Burada kendime bir hayat kurdum. İlk olarak, Yakın Doğu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde çalışmaya başladım. On yıl mimarlık fakültesinde ders verdim. Bu arda 2006 yılında Güzel Sanatlar Fakülte açılmıştı ama ben fakülteye 2014 yılında dahil oldum. Seramik bölümünde ders vermeye başladım, böylece doktora eğitimime de Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi bünyesinde devam etmekteyim.”
Vedia ile yıllar önceye giderek, benim de ziyaret etme şansına sahip olduğum Kimliksiz Bedenler sergisini konuşuyoruz… İlk kişisel sergisi olma niteliği taşıyan bu çalışmaları çok önemli bir konuya, Kıbrıslıların kimliksizliğine, vurgu yapıyordu. Yine bir yaşanmışlığın sonucuydu.
“Yüksek lisans sırasında insan iskeletini oluşturan birimler üzerine çalıştım. İnsan bedeninin gizemlerini inceleyerek, birimlerini ele aldım. Bunları soyutlayıp, seramiğe aktardım Senin de hatırladığın gibi 2005 yılında Arabahmet Kültür Evi’nde açtığım ilk sergi de Kimliksiz Bedenler ismini verdiğim kişisel sergimdi. Biraz da toplumdan kaynaklanan, kimliksizliğimizle ilgiliydi. Kıbrıs’ta yapılan kazılar, bulunan kemikler beni çok etkilemişti. İkisi bir araya gelince bu sergi olmuştu. Doktorada üzerinde çalıştığım konu ise nesnelerim ruhu ile ilgili.”
“Eşyanın Ruhu’ Yekpare Geniş Bir An”
Yoğun bir şekilde devam eden akademik çalışma hayatı yanında, sanatsal çalışmalarına hiç ara vermedi Vedia. Yıllarca Kıbrıs’ta veya dünyada pek çok karma sergiye katıldı, ödüller aldı. On dört yıl aradan sonra ise ikinci kişisel sergisini açtı.
“Akademisyen olmak, sürekli öğrencilerimle bir arada bulunmak, iletişimde olmak, workshoplar, sanat etkinlikleri beni her zaman besliyor. Üretkenliğimi artırıyor. Akademisyenliğin sanatçıya olumlu anlamda pek çok getirisi olduğuna inanmaktayım. Zaten YDÜ’de açılan Kıbrıs Modern Sanat Müzesi’nin varlığı da beni ve benim gibi diğer akademisyen arkadaşlarımı da, daha etkin hale getirdi. Sanat durağan bir şey değil zaten. Yapacak olan insan da her zaman, sanatıyla birlikte ne iş yaparsa yapsın, yine yapar. Tabii belli dönemler olur, insan hiç üretmek istemez ama o da istisnadır. Üniversite genel olarak bence sanatsal üretimi çok besleyen bir mecra. İlk sergimden bu yana uzun bir ara vermemin bir nedeni on yıl mimarlık fakültesinde ders vermiş olmam. Elbette bana farklı deneyimler kattı ama sanırım güzel sanatlar fakültesine dönmek üretimimi etkiledi. Mimarlıkta bir atölye ortamım yoktu, şuanda ise tamamen çamurla birlikteyim. Seramik artık iş hayatımın içinde, gün içinde zamanımı öğrencilerimle ve çamurla geçiriyorum. Bu arada anne oldum. İlk başta biraz sanatsal çalışmalarım zorlaştı ama şimdi baktığımda kızım Yaz’ın hayat enerjimi artırdığını, beni çok daha yaratıcı, üretken kıldığını hissediyorum. Böylece ikinci sergim, Eşyanın Ruhu’ Yekpare Geniş Bir An açılmış oldu. Sergi 15 Haziran’da sona erdi ancak tüm çalışmalarım Kıbrıs Modern Sanat Müzesi’nde sergilenmeye devam ediyor.”
“Parçalara baktığımda Fatma neneyi, hikâyelerini, yaşanmışlıklarımızı hatırlıyorum”
Kendisi söylemese de Kıbrıs Modern Sanat müzesi tarafından usta sanatçılara verilmesi kararlaştırılan Alasya Ödülleri kapsamında “El Biruni” ödülüne de laik görüldü, yeni sergisini detaylarını ise şöyle anlattı.
“Bu sergide bugüne kadar yaptığım çalışmalardan parçalar yanında, esas olarak adından da anlaşılacağı gibi eşyanın ruhunu yansıtan yeni çalışmalarıma var. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan esinlenerek kullandığım yekpare geniş bir an ifadesiyse aslında serginin hayatıma yön veren anların hikayesi olduğunu anlatıyorum. Akıp giden zaman içinde yaşanılan her şeyin, o anda saklı olduğunu hissetsek de, hayat hikayemiz aslında bu anların birleşiminden oluşuyor. Benim de bu sergide her seramiğimde bir anım var. Her eşya da bu anların bir temsili gibi. Bu anlarda da biriyle yaptığım sohbet, birbirimize söylediklerimiz var. Tabii özellikle bu sergide ağırlık birimi kullanama nedenim ise, zamanla ölçüp tarttığımı anlatmak. Ben zamanla ölçtüm tarttım, zaman içinde ağır basan, bende iz bırakan, hayatıma damgasını vuran, okka basan süreçleri de çamurla şekillenirdim. Hiçbir parçayı bir yerden satın almadım. Eşimin nenesinin Ozanköy’de bir bakkaliyesi vardı. Onunla terazinin önünde yaptığımız sohbetler, onu satış yaparken izlediğim anlar, tüm bu yaşanmışlıklar bende bu izi bıraktı. Dünya güzeli bir insandı. Daha çok eski insanlarda gördüğümüz insan sevgisi, insanı benimsemeleri, yaşanmışlıkları, hikayeleri tüm bu nitelikleri barındırırdı. Şimdi aramızdan ayrıldı, bilmiyorum artık öyle insanlar kaldı mı ama bende böyle bir iz bırakmayı başardı. Her eşyanın üzerindeki ruha inanırım ben. Gidip herhangi bir eskiciden bu ağırlıkları, bu parçaları alsam yaşanmışlıklarını bilemezdim, hissedemezdim. Fikrim olamazdı. Oysa ben bu parçalara baktığımda Fatma neneyi, onun hikâyelerini, yaşanmışlıklarımızı hatırlıyorum. Ben ona gidip gelirken, onu izlerken onu hikaye etmeye karar vermiştim. Her ağırlığın bir formu var, bunları seramiğe nasıl dönüştürebilirim derken de her şey tek tek zihnimde canlanmaya başladı. Hatta ağırlıklarla çalıştığım ilk iş çocukluğumdan başlayarak, hayatımı zamanlara böldüğüm parçadan oluşuyor. En son kısmı 2009 yılında, Huzur ismiyle kaldı. Ardından da tüm bu çalışmalarım geldi. Tabii benim ayrıca şöyle bir şansım daha var eşimin ve babasının edebiyat ile çok iç içe insanlar olması. Kayınpederim, Alkın Gaydeler yıllardır şiir yazar ve onunla bu düşüncelerimi paylaştığımda benim için bir de şiir kaleme aldı. Onların edebiyat zenginliği, bana da yön verdi. Benim için tüm bunlar büyük şans.”