“Barışı sağlamak için mücadelede DİSK olarak her zaman yanınızdayız” Arzu Çerkezoğlu,
“Barışı sağlamak için mücadelede DİSK olarak her zaman yanınızdayız”
DİSK’in yönetim kademesindeki ilk kadın Arzu Çerkezoğlu, kendisi bir doktor. Hiçbir karşılık almaksızın üniversite yıllarından bu yana verdiği sendikal mücadeleye devam ediyor. Öte yandan mesleğini icra etmeye ve hayatını idame ettirmeye de çalışıyor. İşi zor hem de çok zor ama yılmıyor.
Başkaları ne derse desin o Türkiye tarihinin en büyük halk ve işçi hareketlerinin yaşandığı dönemlerden geçildiğini söylüyor. Tam da bu sebeple geleceğe çok daha umutla bakıyor. Güzel günlerin geleceğine inanıyor. Bir yılı aşkın bir süredir de DİSK’in Genel Sekreterlik görevini yürütüyor. Eleştiriliyor hatta Zaman zaman hedef dahi gösteriliyor ama yine yılmıyor. Onun için mücadele her gün yeniden başlıyor.
Türkiye’nin en büyük işçi direnişi ve günümüz
Öncelikle içinde bulunduğumuz günlerde tam da 44. yıl dönümü yaşanan 15-16 Haziran Direnişi’nden bahsediyoruz.
“15-16 Haziran 1970 Direnişi aslında Türkiye’de işçi sınıfı hareketlerinin köşe taşlarından bir tanesi. Bundan kırk dört yıl önce işçiler büyük direniş gösterdi. Bunun nedenin ve içinden geçen konjonktüre bakmam lazım. O dönem hükümet yeni bir yasaya çıkarmaya hazırlanıyor ve işçi sınıfının kendi bağımsız sendikasını kurma, onu büyütme ve geliştirme yönündeki iradesini ortadan kaldırmak istiyordu. DİSK’i hedef alan ve kapatmayı isteyen yasal bir düzenlemeydi. O dönem Türkiye’de işçiler tarafından kurulmuş, onların iradesi ile kurulmuş ve devlet sermayesinden bağımsız sendikal örgüt yoktu. TÜRKİŞ Konfederasyon’u vardı ama o da devlet eliyle kurulmuştu. DİSK de bu direnişten üç yıl önce, beş sendika tarafından 1967 yılında kurulmuştu. Böylece daha önce söylediğim gibi işçi sınıfını sermayeden ve siyasal partilerden bağımsız sınıf örgütüne taşımayı hedefliyor. Kurulduğu günden itibaren de büyük hızla örgütlenmeye başladı. İşçiler biliyorlardı ki devletten ve sermayeden bağımsız olmadan bir sendikal örgütün hayatta kalması mümkün değildi. İşçiler için en iyi toplu sözleşmeleri yapan konfederasyon DİSK’ti ve bu hızlı büyüme karşısında onun önünü kesmek hatta kapatmaya karşı yapılan yasaya direnmek için işçiler 15 ve 16 Haziran’da bir yürüyüş başlattı. Yürüyen işçiler sadece DİSK’den değildi. TÜRK-İŞ bağlı sendikalar da bu yasaya karşı direndiler. Barikatlar aşıldı. Üç kişi hayatını kaybetti eylemler kazanımla sonuçlandı. O zamanki hükümet geri adım atmak zorunda kaldı.”
Türkiye tarihinin gördüğü en büyük işçi direnişi bu tarihlerde oldu ve bu gün bile bu denli bir direnişin olmadığı yönünde eleştiriler bulunuyor.
“Aslında bu direnişin ortaya çıktığı koşullarla bu günkü koşular çok fazla benzerlik gösteriyor. Ortada böyle bir ironi var. Sadece Türkiye’de değil dünyada da ciddi biçimde işçilerin sınıf mücadelesini ve örgütü sendikalarını yok sayan onları sendikasız, sınıfsız ve örgütsüz bırakmayı hedefleyen sermaye piyasası var. Bugün Türkiye’de sendikal haklarını kullanabilen işçi sayısına baktığımızda sadece %5 olduğunu görüyoruz. Her yüz işçiden sadece beş tanesi sendikalı ve b haklarını kullanabiliyor. Bu basitçe sendikacıların beceriksizliği ya da başarısızlığı olarak nitelenmemeli elbette öz eleştiri de yapıyoruz ama asıl mesele sermaye politikaları ve devlet politikaları. Her şey, tüm düzen işçilerin sendikasızlaştırılması üzerine kurulu, taşerondan tüm güvencesiz çalıştırma biçimine kadar bu konuda bir yaygınlaşma var. İşçiler yoğun biçimde güçsüzleştiriliyor. Bu durum doğrudan mücadeleci sendikaları da DİSK’i hedefliyor. Bizim hiçbir sendikamız yok ki örgütlendiği iş yerinde işten çıkarma olmasın ve işçiler sendikalı olduğu için hiçbir baskı görmesin. Örgütlendiğimiz her yerde işveren devlet de olsa özel de olsa DİSK’i duyduğu anda baskı yapmaya başlıyor. İşçilerin kendi bağımsız örgütünü kurmasından korkuyor. Baskılarla sendikaların önünü kesmeye çalıyorlar. Kırk dört yıl önce işçileri sokağa döken, direnişi ortaya koyan durum ile bu gün yaşananlar çok benzer. Bu gün niye bu kadar direniş yaşanmıyor dersek dönem de aslında zor. Özellikle Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinden sonra örgütsüz toplum yaratıldı bundan da en fazla işçi sınıfı payını aldı. Türkiye’de yüz işçiden sadece beşi sendikalı ise bu Çalışma Bakanlığı’ndan yasalara tüm her şeyin işçilerin sendikalı olmasına karşı yapılan düzenlemelerden kaynaklanıyor. Bunun yanında Türkiye’de her üç gençten biri işsiz, işçiler sendikalı olma karşısında işten atılmakla tehdit ediliyor. Açlık sınırı altında bir asgari ücret söz konusu ve kayıt dışı çalıştırma çok yaygın. Hükümet %30 düştü dese de biz biliyoruz ki bu rakam hala %40’larda. Neredeyse iki işçiden biri kayıt dışı çalışıyor. Bu kadar ciddi açlık, yoksulluk ve kayıt dışılığın olduğu bir ülkede sendikal hakları kullanabilmeni önünde ciddi engeller var.”
Türkiye’de sendikal anlamda verilen mücadeleyi de konuşuyoruz.
“Bu gün aslında parça parça ve küçük küçük de olsa çok ciddi mücadeleler ve direnişler söz konusu. Bizler bunun farkındayız. Hele son bir yıldır yaşananlar özellikle de Gezi Parkı süreci ile birlikte 1 Mayıs 2013’ten bu güne kadar yaşadıklarımıza bakınca Türkiye tarihinin en büyük halk ve işçi hareketlerinin yaşandığı dönemdeyiz. O yüzden bu gün geleceğe çok daha fazla umutla bakıyoruz.”
“1980 darbesi aslında hepimizin geleceğini çaldı, kararttı”
12 Eylül 1980 darbesinden bahseden Çerkezoğlu ile bu günkü sendikasızlaşmanın ve sol hareketin zayıflamasını da konuşuyoruz. Öyle sanıyorum ki bunun sonucu darbeyle açıklanabilir.
“Tabii darbe aslında Türkiye’de yükselen sol hareketi, sendikal hareketi ve gerçek bir işçi hareketini bastırmak için gerçekleştirildi. O zaman sağ sol çatışması diye ifade edilir ama ortada böyle bir çatışma yoktu. Doğrudan faşist saldırılar vardı ve gerçekten Türkiye’de bu darbeye zemin hazırlayan önemli süreçler yaşandı. Bunlardan biri 1967 yılındaki 1 Mayıs’tı. İşçilerin DİSK’in öncülüğünde ilk kez Taksim Meydanı’nda gerçekleştirdiği ve yüz binlerin katıldığı 1 Mayıs kana bulandı ve hala failler bulunmadı. Aslına 12 Eylül başlatan süreç 1977 1 Mayıs ile başladı ve DİSK ile işçi hareketler hedef alındı. Bu durum 1980 yılına kadar da sürdü. Zaten darbeden kısa bir süre önce de DİSK’in kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler yine bir faşist saldırı ile katledildi. Türkiye’yi darbeye götüren süreçte DİSK ve işçi hareketi hedefte oldu. Hem yükselen işçi hareketi hem de yükselen sol devrimci işçi hareketlerini bastırmak için eşi benzeri görülmemiş darbe yapıldı. Sol örgütler, DİSK başta olmak üzere tamamını yok etmeye dönük ağır baskılar yaşandı. Darbe yüzlerce insanın ölmesine, binlerce insanın cezaevlerinde katledilmesine ve binlerce insan yıllarca içeride yatmasına sebep oldu. Evet, hedefte sol ve işçi sendikaları vardı. DİSK kapatıldı. Tüm mal varlıklarına el kondu. On bir yıl kapalı kaldık. Tekrar sendikal yaşama döndükten sonra da bu gün hala örgütlenmeye çalışıyoruz. Düşünün on bir yıl kapalı kalan bir örgüt, tüm üyeleri o dönem açık kalan tek örgüt olan TÜRK-İŞ’e geçirildi. O dönem sınıf örgütü olduğunu söyleyen TÜRK-İŞ darbe hükümetine bakan verdi. Genel Sekreter dönemin Çalışma Bakan’ı oldu ve o dönem aslında sendikasızlaştırma sürecini başlatan yasaların 2821 ve 2822 sayılı yasaların Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu yasakçı mantığı ile 1982 de darbe hükümeti tarafında çıkarıldı ve TÜRK-İŞ ‘de buna dahil oldu. Yasaları yaptılar ve o dönemle birlikte işçiler örgütsüz kalmaya başladı. Sendikal ve sol hareketin önündeki engeller hem yapılan faşist darbe ile hem de yaratılan ortam ve buna uygun çıkarılan yasalarla bu duruma geldi ve süreç otuz yılı aşkın bir süredir devam ediyor.”
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya için müebbet hapis kararı çıktı. Arzu Çerkezoğlu bu durumu da bizim için değerlendiriyor.
“Sonuçta 12 Eylül darbecilerinin bunca yıl sonra yargılanıyor gibi gösterilmesi bile Türkiye’de tamamen tiyatrodan ibaret. Bütün bu 12 Eylül süreci hesap vermelidir ama sadece mahkemeye bile getirilmeden yargılanmaları ve bu cezaları vermeleri yetmez. Darbe Türkiye’den, Türkiye halklarından ve işçilerinden çok fazla şeyler aldı. Aslında hepimizin geleceğini çaldı kararttı. Hesabı da bu kadar basit değildir, olmamalıdır.”
“Kıbrıs halklarının arzusunun barış yönünde olduğunu çok iyi biliyoruz”
Yıllardır Taksim 1 Mayıslarda işçiye kapalı. DİSK Başkanı olarak bu konudaki duyguları elbette çok önemli.
“1977 yılındaki büyük katliama rağmen 78 de yine Taksim’de coşkulu bir 1 Mayıs kutlandı. 1979 yılına gelindiğinde ise Taksim 1 Mayıs’lara kapatıldı. Ardından 12 Eylül böylece 1 Mayıs bile yasaklandı. Yasaklı yıllarda 1 Mayıs’ı özgürleştirmek için o dönemki sendikacılar, işçiler ve gençler büyük mücadeleler verdi. 1989 1Mayıs’ı kritiktir. Mehmet Akif Dağca isimli bir genç işçi hayatını kaybetmişti. 1990 yılında Gülay Beceren isimli üniversiteli arkadaşımız yaralandı ve o günden bu yana felçli olarak yaşamını sürdürüyor. 2007 yılında artık bu bitsin dedik. Önemli bir kırılma oldu ve artık kutlayacağız dedik. O yıl hem 1977 olaylarının otuzuncu yılının dolması, hem de faillerin bulunması hem de 1 Mayıs’ın yeniden tatil olması için mücadele başlattık. 2007 1 Mayıs’ında kırk kişilik geniş bir komite vardı. DİSK adına meydanda bulunan beş kişiden biri de bendim. Sabah beşte çelengimizi alıp sokağa çıktık ve gözaltına alındık. Tüm gün çatışmalar devam etti. Ardından 2008’de DİSK binasından dahi çıkamadık. Gün boyunca tarihte ilk kez gaz bombaları konfederasyon binasına yağdı. 2009 yılına geldik az sayıda insanla gaz bombaları eşliğinde Taksim’e çıktık. Ardından 2010, 2011 ve 2012 de dünyanın en büyük 1 Mayıs’larını biz Taksim’de kutladık. Hem de hiç sorun olmadı. Provokasyon dendi, silahlı saldırı dendi ama hiçbirinin gerçek olmadığı görüldü. Devlet yasak koymadığı taktirde işçilerin 1 Mayıs’ı kutlama iradesi engellenmediği sürece yüz binlerce insanın birlikte bu tarihi sorusuz kutlayabileceği görüldü. 2013 yılında tekrar AKP iktidarı son iki yıldır çeşitli gerekçelerle işçi sınıfına Taksim’i kapattı. Biz yine de irademizin arkasındayız. 1 Mayıs alanı Türkiye’de Taksim’dir. Bu tarih herhangi bir miting günü değil hem tarihsel süreç hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin açtığımız dava sonucunda aldığı kararla Taksim’in 1 Mayıs Meydanı olması kararı var. İki yıldır neredeyse sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. İnsanların özgürlüğü kısıtlanıyor. Tüm bir kente zülüm ediliyor. 2013 ve 2014, tarihlerinde 1 Mayıs ve Taksim ısrarımızdan dolayı ben ve arkadaşlarım yargılanmaya devam ediyoruz. Ancak hala bunun tartışılması dahi kabul etmiyoruz. O yüzden ne olursa olsun Taksim konusundaki kararlılığımız devam edecektir.”
Türkiye’nin 1 Mayıs’ınızdan bizim 1 Mayıs kutlamalarımıza geliyoruz. Kıbrıs’ta da yıllardan sonra 1 Mayıs ortak bir etkinlikte kutlandı.
“Bu elbette çok önemli bir olay, nerede olursa olsun barışı yok eden şey halkların birlikte yaşayamaması değil sermaye üretenlerdir. Halklar yıllardır her yerde kardeşçe birlikte yaşamıştır ve yaşamaya da devam edecektir. Halkları ırkçı ve şoven politikalarla birbirine düşman eden ve dünyada sürekli olarak savaş politikalarını uygulayanlar dünyayı yöneten güçlerdir. O nedenle biz bu savaş politikalarını kabul etmiyoruz. Kıbrıs’ta da bu örnek çok önemli halkların birlikte, yan yana, omuz omuza, kardeşçe yaşamasının en önemli güvencelerinden birisi emektir, emek eksenidir, emek ortaklığıdır. Türkiye’de de bunu çok yaşıyoruz. Türklerle Kürtler birbirine düşman edilmeye çalışılıyor ama biz taşerona karşı, her türlü haksızlık ve hukuksuzluğa karşı mücadelede Türk’ü Kürt’ü Laz’ı ya da Çerkez’i tüm halklar yan yana mücadele ediyoruz. Aynı şekilde Kıbrıs’ta da 1 Mayıs gibi bir günde iki toplumun ortak kutlama yapması aslında emek ekseninin ne kadar birleştirici bir güç olduğunun göstergesidir. O nedenle bunu gerçekleştirdikleri için Kıbrıs’taki tüm yoldaşlarımı kutluyorum. DİSK’in tarihsel olarak Kıbrıs için barış içinde yaşaması temennisi hep vardır. Barış mümkündür, kuşkusuz mümkündür. Kıbrıs’ta emekçilerin ve halkların da arzusu bu yöndedir bunu çok iyi biliyoruz. Zaten bunun için mücadele de veriliyor. Var olan gerilim halkların ya da emekçilerin iradesi ile ortaya çıkmamıştır. Bu günkü süreç Kıbrıs’ı var edenlerin o topraklardaki tüm güzellikleri üretenlerin iradesi değildir. Onların isteği mutlaka barıştır ve bu barışı sağlamak için verilen mücadelenin DİSK olarak her zaman yanındayız.”