AHMET GÜNEŞTEKİN

“Sanatçı kendi zamanının tanığıdır”

Ahmet Güneştekin’in Kayıp Alfabe sergisi öyle sanıyorum ki anlatılması en zor
sergilerden biri…On bin metre karelik Art İstanbul Feshane binasında yer alan
sergide göç etmek zorunda kalan insanların belleklerini yansıtan nesnelerden
oluşan enstalasyonlar, kişisel/ toplumsal geçmişin acı verici yüzleşmelerini
izleyiciyle buluşturan eserler, taş/metalden oluşan mekana özgü heykel yapıtları,
tuvaller, seramik çalışmalar ve kırkyama tekniği ile üretilen eserler yer alıyor.
Ancak, bu sergiye dair insan ne anlatsa bir şeyler yine de eksik kalıyor. Acıya,
yokluğa, bir ülkenin hafızasına dair zihninizde ne kalmışsa gelip tümüyle
yüzleşmeniz gerekiyor. Yüzleşmek, utanmak, acı çekmek, hatırlamak ve bir daha
yaşanmaması için var gücümüzle mücadele etmek gerekiyor.
Bu sergi insan hikayeleriyle dolu… Ortak yanlarıysa çok acı çekmiş, kaybolmuş,
yok edilmiş olmaları. Bunun yanında, tek tek ortadan kaybolan insanların isimleri
de var sergide, yasaklanan kitaplarla, Cumartesi annelerine, deprem ve Hrant
Dink’e gönderme de … En çok Yaşar Kemal var ama bu sergide. Kayıp Alfabe
ona bir saygı duruş niteliğinde … Bu özel mekanda kendine çok farklı bir alan
yaratan sanatçı Ahmet Güneştekin, cumhuriyet tarihinin en büyük sergisine imza
atmanın gururunu da yaşamakta. Temmuz ayına kadar İstanbul’da devam eden
sergi, mutlaka görülmeli. Sanatseverleri şaşırtan detaylarıyla, çok güçlü, sarsıcı
‘Kayıp Alfabe’ sergisi, sadece sanat değil; hatırlamak, anlamak ve unutturmamak
için de insanlığa bir çağrı niteliğinde….

“Sergilerim zaman zaman sansüre bile uğradı”

Sanatçı Ahmet Güneştekin Yaşar Kemal’ın Bir Ada Hikayesi adını verdiği
dört ciltlik eserini merkeze alarak bu sergiyi yaratım sürecine başlıyor…
Sergide ağır basan renk mavi, Yaşar Kemal’in rengi ve onun gölgesinde
projenin doğuşunu konuşuyoruz.
“Sergilere 2012 yılında seri olarak başladım. İlki Yüzleşme isimli sergimdi.
Türkiye tarihinin en büyük sergisi olmuştu. Bugün Galata Port’un olduğu yerde,
antrepo binalarında açılmıştı. Hafıza ve dil meselesi üzerine bir sergiydi.
Sonrasında 2013 yılındaki Venedik Bienali’nde eş zamanlı yeni bir sergi

yapmıştım. Ardından Avrupa’nın çeşitli müzelerinde serinin devamı geldi. 2018
yılında İstanbul’da Hafıza Odası olarak hayat bulan bir sergim oldu. Yine çok
büyük bir sergiydi. Aynı isimle bu sergiyi Diyarbakır takip etti. Devamında
İzmir’de Gavur Mahallesi sergisi açıldı. Bu sergiler çok yoğun ilgi gördü.
Tartışmalara neden oldu, sergilerim zaman zaman sansüre bile uğradı. Bazı
sergiler kapatıldı. Hatta özellikle Diyarbakır’da sözlü, fiziksel şiddetlere bile
uğradı. En medenice izlenen İzmir sergisi olmuştu. İşte Kayıp Alfabe tüm bu
sergilerin en büyüğü niteliğinde. Hafıza, göç, dil meseleleri ile ilgili en kapsamlı
sergim oldu. Fikir geçmişe dayanıyor, bundan sonra da devam edecek. Venedik’te
16 yüzyıla ait bir yapı satın aldık, restore ediliyor. Bir sanat kurumu olarak
açılacak. Bu sergilerim orada ve dünyanın pek çok yerinde daha açılacak. Bir
anlamda bu yaşayan, sürekli yeni şeyler eklenen bir sergi oluyor. Bazı eserleri
güncelliyorum. Zaman zaman sergilerin sadece ismi değişiyor. Hiklayelerin özün
aynı kalıyor. Daha çok insan hikayeleri, buharlaştırılmış diller, kaybedilmiş insan
hayatları, baskı ve zorluklar tüm sergilerimde öne çıkıyor.…”
“Bu Bir Hafıza Sergisi”

Güneştekin her daim disiplinler arası eserler ortaya koyan bir sanatçı. “Ben
sadece bir tuvale hapsolmuş değilim” diyerek bu özelliğini güçlendiriyor.
Özellikle toplumların hafızalarında eserleriyle unutulmaz izler bırakan
sanatçı, bu sergiyle nasıl bir iz bırakmayı hedefliyor merak ediyorum.
“Aslında sergilerime ziyaretçileri de dahil ediyorum. Her eser insanın içine
girebileceği, insanın o eserle sohbet edebileceği bir alan yaratıyor. O nedenle
yorumu da izleyiciye bırakıyorum. İnsanlar bir anlamda keşif alanı içinde sergileri
gözlüyorlar. Göç ve mübadeleyle ilgili bir işin yanına gidenler, o deneyimi birebir
yaşıyormuş gibi hissediyor. Mübadelenin kayığında, bir kedinin sesi size çok şey
anlatabiliyor. Hafıza tepesi olan ayakkabılardaki lastik kokusu size çok şey
anlatabiliyor. Yoktunuz; eserine gittiğiniz zaman insan hayatının parçaları olan,
arta kalan malzemeleri gördüğünüzde o hayatların bir parçası olabiliyorsunuz.
Böylece eksik olan parça sizinle tamamlanmış oluyor.”

“İnsan olmanın refleksi karşı koymaktır”

Sanatçı gerek bu sergide, gerekse de tüm çalışmalarında geçmişe, kaybolan
insanlara, dillere göndermelerde bulunurken, geçmişin kayıpları üzerinden
gelecek inşa etmeye çalışıyor gibi… Tüm bunları yaparken, bir umut
bıraktığını hissediyor mu diye soruyorum. Gülümsüyor sanatçı;
“Benim tüm işlerim geçmiş, bugün ve gelecekle ilgili. Hiçbir eserim bir zamanı
yansıtmıyor. İçlerinde tüm zamanları barındırıyor. Gelecekten de bahsediyor tabii
ama beni esas ilgilendiren tanıklık ettiğim zamanın aktarıcısı olmak. Çünkü sanatçı
kendi zamanının tanığı olan kişidir. Yaşadığım dönemde herhangi bir toplumsal
olaya karşı, duyarsız kalma gibi bir şansım olamaz. İnsan olmanın refleksi karşı
koymaktır. Tepkini bir şekilde dile getirmektir. Ben yıllardır bunu sanatla
yapıyorum. Zorluklara karşı cevabım hep sanatla oldu. Aynı şekilde de devam
ediyor”

“Her dil özgür olmalı”

Eski dillerin, alfabelerin, hatta kültürlerin kaybolması toplumlarda kopuş
yaşanması anlamına da geliyor sanıyorum… Bir dili yok ederken, birçok şeyi
daha alıp götürüyorsunuz insanlıktan…
“Aslında özünde tüm bunlar tek tipleştirmedir. Zaman zaman dünya tarihinde de
benzerleri olmuştur. Genelde rejimler baskıyla insanları tektipleştirmek isterler.
Kendi koydukları kanunlarla, belirledikleri sınırlarla insanların özgürlüğüne ifade,
inanç ve dillerine müdahale ederler. Oysa istediğiniz kadar baskılayın. Bunu yok
etmeniz imkansızdır. Özellikle neredeyse bir asırdır baskılanan Kürtçe dili, her
türlü yazılı hali yasak olmasına rağmen, bugün en zengin diller arasında
gösterilmektedir. Bir şekilde sözlü olarak aktarılmış, dilbilimciler onu yaşatmış.
Hatta bu baskılar daha çok ilgi uyanmasını sağlamış. Belki baskı olmasa, anadilime
karşı çok da bir ilgim olmayacaktı. Baskılanınca insan ister istemez o zorbalığa
karşı, diline, kültürüne sarılıyor. Yaşaması için çaba harcıyor. Her dilin özgür
olması lazım. Dili yaşamak isteyenin tasarrufunda olması lazım. O konuda eğitim
almak isteyenin alabilmesi lazım. İnsanın ana dili özgürlük alanı olması lazım. Ana
dili baskılamak, bir insanın bütün özgürlüğünü, düşüncelerini, hayatını
baskılamaktır.”

“Bir Kedinin Sesi Çok Şey Anlatabilir”

Sergide kimsenin fark etmediği detay, fonda duyulan küçük kedi ağlaması …
“Sergiye ilk kez gelenlerden bazıları mutlaka içeride kedi sıkışmış diye görevlilere
şikayette bulunuyor. Oysa bu bir enstalasyon. Bu bizim toplumumuzun hayvanlara
karşı duyarlılığını da gösteriyor. Mübadelede de insanlar evcil hayvanlarından
kopamıyor. Onları yanlarına alıyorlar. Yirmi kiloluk valiz ve yirmi dolarla
teknelere doldurulurken evcil hayvanlarını saklıyorlar. Daha sonra görevliler
hayvanların sesini duyunca fark ediyor ve onları denize atıyor. Ciddi bir hayvan
kıyımı da olmuş o dönemlerde. Aslında çok etkili detaylar var sergide. Faili
meçhullerle ilgili enstalasyonun önünde anneler ağlıyor. Bu günlerde yaşanan
protestolarda da görmüşsünüzdür ayakkabılar geride kalan eşyalar olarak öne çıktı
ve birikti. Hayatta birçok sanatsal öngörü, yaşanan şeylerden ilham alıyor.
Almanya’daki kamplardan geriye kalan ayakkabılar da aynı şey. Soma, Hrant
Dink’in ayağındaki lastik ayakkabı, Robosky’de katledilen insanlar da… Bu lastik
ayakkabılar tüm bu olaylar yanında yokluk ve yalnızlığı da bize hatırlatıyor. Bu
açıdan benim en değerli işlerim bunlar. Açıkçası serginin her yerinde bir anı ile
karşılaşmanız mümkün.”

“Zorluklara Cevabım Hep Sanat Oldu”

Sanatı bilgi yaratır ve her seferinde yeni bir şey söylemek lazım diyor Ahmet
Güneştekin, serginin ortasında bulunan devasa balık seramikleri mesela …
Toplumun ne denli balık hafızalı oluşuna gönderme yapıyor. Her yeni
felaketle, eskisini unutuyoruz. Böylece ne söylenecekler bitiyor, ne
anlatılacaklar. Her güne bir yenisi ekleniyor.
“Söylenecek yeni şeyler bitmiyor. İnsan ömrü bilgi almaya yetmez. O kadar çok
dönemlerden kalan bilgiler var ki… Bunların hepsi bizim için bugünkü yaşam ve
gelecek bağlamında referanstır. Bugün bu kadar farklı disiplinde sanat yapmamın
nedeni bilgi. Yaşadığınız, gördüğünüz, okuduğunuz, dinlediğiniz her şey bir
sanatçı için aslında yaratıma dönüşebilecek kaynaklar. O açıdan benim sanatı bilgi
yaratır deme nedenim bu. Bu sergi için iki buçuk yıl çalıştım. Araştırmalar yaptım.
Yerleştirmelere bile ben karar verdim. On bin metrekarelik alanın bütün tasarımını
düşündüm. Hiç kolay olmadı. Bambaşka bir şeyi de deneyimlemiş oldum. Bugüne
kadar binlerce insan tarafından sergi ziyaret edildi. Çok ilgi gördü. İlginin bu
şekilde sürmesini bekliyorum.”