SALİH SARPTEN “Toplumların gelişimini sağlayan eğitimdir”

Salih Sarpten uzun yıllardan bu yana eğitim bakanlığındaki çalışmaları, eğitime olan katkıları ve Yenidüzen gazetesindeki köşe yazılarıyla aslında hepimizin çok yakından tanıdığı isim. Bugüne kadar pek çok ders kitabına imza atan Sarpten, bu kez Işık Kitabevi’nden çıkan, çalışmasıyla Kıbrıs Türk eğitim sistemini masaya yatırıyor. ‘Kıbrıs Türk Eğitim Sisteminin Tarihsel Gelişimi, Şura Kararları ve Eğitim Politikaları’ ismini verdiği bu kitap, eğitim sisteminin geçirdiği tarihsel süreç, yapılan tüm eğitim şuraları ve bunun politik yansımalarını değerlendiriyor. Kaynak kitap değerindeki bu çalışma, bugün üzerine çok fazla zihin yorduğumuz, hatta eleştirdiğimiz eğitim sistemimizi anlamak ve çözümleri görebilmek açısından büyük değer taşıyor.

 

“Eğitimdeki eksiklikler nedeniyle eğitim bilimlerine yöneldim”

Kitap ile ilgili sohbetimize geçmeden önce Salih Sarpten neden eğitime gönül verdiğini paylaşıyor.

“Aslında lisans eğitiminde sayısal eğitimden geliyorum. Fizik eğitimi aldım, mezun olduktan sonra öğretmenlik görevine başladım. Böylece eğitim bilimleriyle tanıştım. İlgimi çekti bu alan üzerine çalışmam gerektiğini düşündüm. Fizik ve fen bilgisi alanları üzerinde çalışırken gördüğüm eksiklikleri gidermek için yeterli bilgiye sahip değildim.  Ancak eğitim bilimleri ile eğitimdeki bu eksiklikleri giderebileceğimi düşündüm. Sonuçta birçok kişinin aksine öğretmenlik yaparken, yüksek lisans, doktora yaptım. Böylece kendimi eğitim bilimleri alanında buldum.”

 

 

Salih Sarpten’nin ‘Kıbrıs Türk Eğitim Sisteminin Tarihsel Gelişimi Şura Kararları ve Eğitim Politikaları’ kitabını okuyunca gördüm ki bu çalışma temelde eğitim sistemimizi masaya yatırıyor diyebilirim

“Doğru haklısınız. Kitaba başlarken esas gayem şura kararlarını tek dokuman olarak bir araya getirmekti. Bizim ülkemizde toplam beş şura yapıldı. İlki 1975 yılına ait ancak yazılı hiçbir kaydı bulunmuyor. İkinci şuraya ait de çok az kaynağımız var. Dolayısıyla bütün bunları derleyip toparlayacak, bütün şura kararlarını birlikte görebileceğimiz yayın yapmak istedim. Ancak şura kararlarını derleyip toplayınca gördüm ki bu kararlar yapıldıkları yıllardaki konjonktür ile çok ilişkili. Kararların içeriği, ana fikri dönemin konjonktürüne göre eviriliyor. Bu nedenle eğitim tarihine de bakmak istedim. Kitapta Kıbrıs Türk eğitim sisteminin tarihsel gelişim sürecini de inceledim. Tabii ben tarihçi değilim. Yine de eğitim sistemimiz nelerden geçmiş, nasıl meydana gelmiş bunlara yer vermek istedim. Son bölümde ise bu kararların politikaya dönüşümü nasıl oldu, onu da yorumlamaya çalıştım.”

 

“Eğitim ciddi planlama gerektiriyor”

Önsözde şu ifade dikkatimi çekiyor. Nasıl bir birey, nasıl bir toplum istiyoruz sorusunun cevabı halkın kişisel ve toplumsal gelişmesine bağlıdır… Bu noktada sanırım tüm yollar eğitime çıkıyor.

“Eğitim sistemlerimizin, eğitimin önemini ortaya koyacak önemli bir yaklaşım. Eğitim bütün olarak baktığımızda toplumların gelişimini ortaya koyan önemli husus. Toplumu bilgi toplumu haline getirecek ya da bugünlerde adlandırılan yakınçağ toplumu, dijital toplum haline getirecek yegâne unsur eğitimdir. Ayrıca genç kuşaklara kültürü aktarmak için kullanılacak tek argümandır. Tüm bu nedenlerle de çok önemlidir. Eğitim için devletlerin, ailelerin eğitime ayırdığı kaynağa baktığımız zaman bunu görüyoruz. Bu nedenle eğitim ciddi planlamayı, programlamayı gerektiren bir şey. Bu kadar büyük kaynak ayırıyorsak, ciddi plan program yapılmalı. Bunun zemininde de ben nasıl birey, nasıl toplum, nasıl ülke istiyorum sorularına cevap bulmalıyız. Aksi taktirde bu iki soruya yanıt vermezseniz yapacağınız planın da çok anlamı olmaz diye düşünenlerdenim. Bugün eğitim sistemimiz pek çok açıdan eleştiri alıyor. Bunun nedeni bilindik, açık anlaşılır, net planın olmayışı. Toplum nereye gitmek istiyor sorusuna açıkça verilen yanıt olmamasından kaynaklanıyor.”

“Alınan şura kararları sadece bir köşede birikiyor”

Kitapta Salih Sarpten Milli Eğitim Şura Kararları’nın çok önemli olduğunu söylüyor. Bizim için eğitim şuralarının ne olduğunu, neden bu denli önemli olduğunu anlatıyor.

“Eğitim şuraları, eğitim sistemine yön veren, eğitim sistemini değiştirip düzenleyen, danışma niteliğinde kararlar alan en büyük organdır. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Milli Eğitim Şura Tüzüğü vardır. Bu tüzüğe göre normalde beş yılda bir, son güncellenen tüzüğe göre hatta her yıl yapılması gerekir. Tarihe baktığımızda 1975 yılından bugüne sadece beş şura yaptık. Bunun nedeni sanırım kararların bir köşede sadece birikiyor olması. Oysa şuralar toplumun tüm kesimlerinin dahil olduğu yegâne yapıdır. Eğitim sistemine yön verenler daha çok üst kademe yöneticileri, Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileridir. Ancak şuralarda sivil toplum örgütleri, öğrenciler, veliler, siyasi partiler, dernekler, neredeyse toplumu oluşturan tüm kesimlerin sözü, fikri, duruşu var. Büyük önem taşır. Eğitim dediğimiz şey açık sistemdir. Diğer yapılar gibi kendi iç dünyası olan yapı değildir. Eğitim ihtiyaçları, bireysel, toplumsal, küresel ihtiyaçlardır. Birey ne istiyor, hekim, öğretmen, sanatçı mı olmak istiyor eğitimini ona göre şekillendirir. Bir toplum ne istiyor, kendisi vasıflı işçi mi istiyor, mühendis mi istiyor, yoksa sanatçı mı istiyor ihtiyacı çok önemli. Elbette küresel ihtiyaçlar da önemli. Bugün küresel sorunlarla uğraşıyoruz. Çevre, kadın hakları, LGBT birey hakları gibi çok büyük küresel sorunlarımız var. İçinde bulunduğumuz COVID 19 salgını da bunu söylüyor. Dolayısı ile bu kadar açık sistemi, sadece eğitimi yönetenlerin vereceği kararla şekillendirmek son derece sakıncalıdır.”

 

 

“Eğitimdeki şikayetlerin çözümü şura kararlarında var”

Kitapta şura kararlarına ilişkin istatistik gözüme çarpıyor. Bugüne dek dört yüzden fazla karar alınmasına karşı, bunların ancak yüzde ikisi uygulamaya geçti.

“Böyle bir istatistik tespit ettim. Sanırım bunun nedeni planımızın olmayışı. Plan olmadığı şura kararları tüm kesimlerden gelen önerilerden oluştuğu için, bunların da yeniden süzgeçten geçirilip mevzuata dönüştürülmesi gerekiyor. Ölçme Değerlendirme konusuna dair mesela onlarca şura kararı var. Bugün en şikayetçi olduğumuz konuların başında geliyor. Kolej giriş sınavları, sınıf geçme sınavları da buna dahil. Tüm bu şikayetleri giderecek öneriler şura kararlarında mevcut olmasına rağmen bunları eğitim bilimi potasından geçirip, eğitim mevzuatı haline getirecek, yapı yok. Üst kademe yöneticiler de eğitimciler de uğraşmamış. Oysa bu danışma nitelikli kararları alıp içselleştirip, buna yönelik mevzuat oluşturmak lazım. Bunun içinde birincil koşul stratejik plan yapmak. Eğitim stratejik planı. Önümüzdeki on yılı hedef alan geleceğe doğru projeksiyon içeren bir plan lazım. COVID 19 olmasaydı da medya okuryazarlığı, kent okuryazarlığı, dijital okuryazarlık gibi yeni becerilere ihtiyacımız var. Dünya yapay zekaya, kodlamaya eviriliyor. Evlerimize kapandık, tüm işleri dijital olarak yapmaya çalışıyorum tabii bilgi dağarcığımız elverdiği sürece. Oysa bunlar eğitime dert olmalı. Küresel sorunlarla ilgili öğrencileri bilgilendirmek gerekiyor. Bunu yapamazsak onlar gelecekte bu sorunların çözümünde nasıl etkili olacaklar. Dünyadaki kriterlere baktığımızda kaliteli öğrenciler bu sorunlarla ilgilenen öğrencilerdir. Oysa bizim için kaliteli öğrenci kâğıt üstünde sınavda yüksek not alan öğrencidir. Küresel anlamda bu sorunlarla ilgilenen çocuklar, öğrenciler revaçta. Üniversiteler bu öğrencileri bünyelerine almak istiyor. Çocuklarımızı bu konularla tanıştırmamız da gerekiyor.”

“Türkiye’deki öğrencilerin becerilerinin dünyada geçerliliği yok”

OECD ekonomik topluluğuna göre ülkelerin kalkınmasının temel şartlarından biri kaliteli eğitim. Bu düşünceden yola çıkarak PISA isimli bir eğitim programı başlattılar. Kitapta bu konunun bahsi geçiyor. Bu kurumun yaptığı araştırmaya göre ‘Türk öğrencilerin iyi oldukları alanların dünyada daha önemsiz görünen konular’ gibi çıkarıma vardıklarını söylüyorsunuz.

“OECD aslında bir ekonomik örgüt. Ona göre gelişmiş ekonomi eğitim sistemlerinin kaliteli olmasına bağlı. O nedenle PISA isimli eğitim programı geliştirdiler. Bu program üç yıl arayla, rastlantısal olarak on beş yaş grubundaki öğrencilerden seçerek dünya çapında çeşitli ölçme değerlendirme uygulamaları yapıyor. Daha sonra da bu verilerden yola çıkarak ülkelerin eğitim sitemlerine dair önerilerde, çıkarımlarda bulunuyor. Zafiyetlerini ortaya çıkarıyor. Çözüm önerileri sunuyor. Hatta bu verilerden yola çıkarak ekonominin kalkınmanın ileride sıkıntıya düşeceğine yönelik uyarılar yapıyor. Türkiye’de bu programa dahil ülkeler arasında. Çıkan raporlarda Türkiye’deki eğitim sistemi ile ilgili de değerlendirmeler var. PISA diyor ki Türkiye’de çok iyi öğrenciler var. Ancak öğrendikleri becerilerin bugün artık geçerliliği yok. Bu becerilere artık ihtiyaçları yok. İhtiyaç olan öznel fikirler. Gerçek hayata dair problemlere kendilerine ait çözümler geliştiren bireyler. Oysa Türkiye’de öğrenciler sadece test çözmeye odaklı. Kitap okumuyorlar. Entelektüel birikimleri yok. Öznel fikir üretmede erozyona uğruyorlar. Yabancı dillerini geliştirmiyorlar. Yabancı dilde zafiyet söz konusu. Yaratıcılık yok. Sınıf, okul, öğretim biçimi, içeriği her şey kalıplar içinde. Özgürlük yok. Yaratıcılıkları gelişmiyor. Çağımız ise tam bunların tersini istiyor. Yaratıcı, öznel fikirli, yabancı dili olan genç insanlar. Kuzey Kıbrıs OECD üyesi ülke değil ama Türkiye’den transfer edilen eğitim sistemi içinde yetişen öğrencilerimizde de benzer noksanlıklar olabileceğini düşünüyorum.”

 

“Hiçbir şey yüz yüze eğitimin yerini tutamaz”

Sohbetimizi tamamlamadan önce genel olarak Kıbrıs Türk eğitim sitemini de değerlendiriyoruz. Geleceğe yönelik vizyon içermeyen politikaların eğitimi, toplumsal gelişmeyi olumsuz etkilediğini söylüyorsunuz. Sanırım artık bu durumu fark etmeye de başladık. Özellikle bu yeni süreç işimizi daha da zorlaştırdı.

“Hiçbir şey yüz yüze eğitimin yerini tutamaz. Yine de uzaktan eğitim COVID 19 olmasaydı da ihtiyacımız olan bir şeydi. Dünyadaki pek çok saygın üniversite uzaktan eğitim yolu ile lisans öğrencisi vermeye hali hazırda başladı. Aslında uzaktan eğitim artık eğitim sisteminin bir parçası oldu. Uzaktan eğitim dediğimiz dijital araçlarla doğru bilgiye ulaşmak anlamına geliyor. Biz eğitim sistemimizi anlayış olarak doğru eğitime henüz dönüştüremedik. Öğrencilere hala ansiklopedik bilgi öğretiyoruz. Bu bilgi doğrudur, bunu öğren diyoruz. Oysa çocuklar doğru bilgiye nasıl ulaşacaklarını öğrenmeliler. Yüz yüze eğitim yapsak da artık ansiklopedinin içindeki bilgiye ihtiyaç duyulmuyor. Hala doğruyu öğretme çabasında olduğumuz için de uzaktan eğitimde başarılı olamadık. Mantık doğru bilgiye ulaşmak, onu bulmayı sağlamak. Şimdi uzaktan eğitime devam tartışması yapıyoruz. Ekran karşısında çocuklar üniforma giysin mi diye tartışıyoruz. Oysa 21. yüz yıldayız. Artık dijital çağdayız. Bambaşka şeyler yapmak zorundayız. Elli yıl öncesinden kalan bir ameliyathane fotoğrafı ile bugünün ameliyathane fotoğrafına aynı anda baktığınızda aradaki gelişimi rahatlıkla görebiliyorsunuz. Fakat elli yıl önceki sınıflarla bugünkü sınıflar aynı, değişen tek şey üzerine yazdığımız tahtanın rengi. Değişim ve dönüşüm eğitim için de geçerli. Artık yapay zekalar, robotik kodlamalar var. Birçok şey dijital. Eğitim sistemi de bu anlayışa dönüşmeli. Bilgi her yerde, öğretmemiz gereken ise doğru bilgiye nasıl ulaşılacağı gerçeği.”